Duygular, Mantralar ve Meditasyon

Adalar Kültür Derneği’nde Meditasyon Dersi

Bu Pazar konumuz duygulardı. Dersimize ise yoga workshop’ından çıkmış öğrenciler misafir oldular. Katılımları için çok teşekkür ederim.

Duygulardan şöyle bahsettik. Herkes çeşitli duygular hisseder ama bu duyguları ifade etme ve deneyimleme biçimi kişiden kişiye değişiyor. Psikolojide duygular, fizyolojik, davranışsal ve bilişsel tepkilerle gelen kişisel deneyimler olarak adlandırılıyor.

6-8 temel duygunun varlığı yaygın olarak kabul edilmiş durumda. Hepimiz bu duygularla dünyaya geliyoruz belli ki.

Mutluluk, Üzüntü, Korku, Şaşkınlık, Öfke, Sevgi, Nefret ve Utanç.

Her şey çocuklukta başlıyor. Ebeveyn olarak çocuklarımızın duygularına nasıl tepki verdiğimiz, onların duygusal zekâlarının gelişimi üzerinde önemli bir etki yaratır. Çocukların duygularını görmezden gelirsek, onaylamazsak, onların duygularını nasıl yöneteceklerini öğrenmelerini engellemiş oluruz. Örneğin korkusunu ifade ettiğinde alay edilen ya da aşağılanan bir çocuk, bir sonraki korku duygusu hissettiğinde utanç duyar. Duygusunu yaşayamaz.

Duygularımız kültürümüzün, eğitimimizin, cinsiyetimizin ve yaşadığımız ülkenin de bir parçasıdır.

Ultrason kullanımı sayesinde, doğmamış bebeklerin gülümsediğini ve hatta ağlama gibi ifadeler gösterdiklerini keşfetmişler. Bu, ana rahmi gibi sessiz ve sakin bir yerde bile, insanların çoktan “harekete geçmeye” başladığını kanıtlıyor. Hayatta kalmalarını garanti edecek bu içgüdüsel ve temel dilde eğitime başlıyorlar. Darwin, duygularımızın nihai hedefinin adaptasyon, hayatta kalma ve birlikte yaşama olanaklarını kolaylaştırmak olduğunu söylemiş, tıpkı stres gibi, o zaman onları korkmadan, saklayıp gizlemeden yaşayabilmeyi, açığa çıkarmayı öğrenmeliyiz.

Her duygu vücutta farklı fizyolojik tepkiler yaratır. Ce-e diye ortaya çıkan birinden korktuğunuz ve şaşırdığınız için kalp atışınız hızlanır, kaslarınız gerilir, sıcaklığınız yükselir. Beyinde de bilişsel faaliyetler olur.

Duygular geçicidir. İngilizcede duygu: Emotion: motion hareket demek.  Ruh hali ise daha uzun sürer.

Duygular istemsizdir. Hissedeceğimiz duyguya çoğunlukla karar veremeyiz. Duygusal zekamızı geliştirerek bu duyguları yönetebiliriz.

Farkındalık ile meditasyon teknikleri el ele gidiyor malum. Bilinçli olarak, farkında ve anda olma hâlinin ve bu hâlin hayatımızın ayrılmaz parçası olması niyetinin gerçeğe dönüşmesi, meditatif uygulamaları belirli bir özdisiplin ile hayatımızın içine almamızla mümkün oluyor ancak. Aynı şekilde, duygusal zekânın, varsa var, yoksa yok şeklinde bir tarafının olmadığını, geliştirilebilir bir kapasite olduğunu da biliyoruz. Duygusal ve Sosyal Zekâ bileşenlerini geliştirmek için uygulanabilecek pek çok metot var ve yine işin içine özdisiplin giriyor. Konuya bu bakış açısıyla yaklaştığımızda, Dalai Lama’nın farkındalığın doruklarında bir çeşit Nirvana yaşadığını, Daniel Goleman’ın ise bir duygusal zeka tanrısı olduğunu hatırlayalım. Ancak her ikisi de bu konuların tanrısı olduklarını kesin bir biçimde reddediyor. Bu konudaki söylemlerinin ise ortak bir noktası var; “sürekli ve vazgeçmeksizin kendi üstümde çalışıyorum” diyorlar. Hal böyle olunca duygusal zekası en güçlü insan veya “en” farkındalıklı insan şeklinde bir tanımlama yapmak da kendimizden bu tür bir beklenti içinde olmak da anlamsız. Bu noktada asıl odaklanılması gereken konu şu; “İnsanın duygusal ve düşünsel olarak bütünlenmesi ve kendisi olabileceğinin en iyisi olmaya yönlenmesi”. Konuya bu noktadan bakıldığında duygusal zekanın ve farkındalık öğretisinin birbirini besleyen çok önemli iki disiplin olduğunu görüyoruz.

Duygusal zekanın gelişmesi de farkındalığın artışı da aynı sonuca vardırıyor:

Yargılama yapmadan (kendine ve başkalarına ve olaylara) gözlem yapma yeteneğini geliştirmek, olanı olduğu gibi değerlendirmek.

Zihinsel süreçlerimize derin bir bakış açısı ile yaklaşmak ve kendi zihinsel aktivitemizin dinamiklerini fark etmek.

Düşüncelerimiz, duygularımız, söylediklerimiz ve davranışlarımız arasındaki bağı fark etmek ve bu anlamda bilinçli farkındalık düzeyine gelmek.

**Özdisiplin her ikisini de geliştirmenin olmazsa olmazı, şüphesiz.

Duygusal zeka öğretisi ve farkındalık, bizim genetik zekâmızda mevcut aslında Anadolu toprakları, farkındalık öğretisinin ve duygusal zekânın en önemli temsilcilerine yuva olmuştur. Yunus Emre, Mevlana ve daha niceleri bu öğretiyi çoktan zihinlerimize ekmişler. Bu spiritüel konuları temel alan tüm kitaplarda Mevlana ya da Yunus Emre’den alıntılar bulursunuz.

Meditasyon modern dünyada,konforlu, kalıcı ve sürdürülebilir öğrenmeyi mümkün kılıyor. Herkes mutlaka inzivaya çekilecek diye bir şey yok, modern toplumun koşturması ve iş hayatı içinde de iş doyumu, artan verimlilik, duyguların denetimi, aidiyet, çatışma, öfke ve stres yönetimi gibi gelişim konuları meditasyonun olumlu yan etkileri haline geliyor.

Duyguların İfade Edilebilmesi

“Bir duygu acıya neden olmaz. Asıl acı ve ızdıraba yol açan şey, bir duyguya direnilmesi veya bir duygunun bastırılmasıdır.” – Frederick Dodson

Bazı bireyler duygularını çok kolay dile getirebilirken, bazıları duygularını içine atarlar ve kendi içlerinde yaşarlar. Bu farklılığın sebebi çocukluğa dayanmaktadır. Özellikle içinde yaşamış olduğumuz toplumun kültürel yapısı göz önüne alındığında kadınlar neşelerini, erkekler de üzüntülerini dile getirmekte daha fazla güçlük çekerler. Ayıp, yakışmaz gibi toplumsal kurallar yüzünden…

Psikanalitik teoriye göre, kişinin geçmişte yaşamış olduğu, travmatik durumların rahatsızlık verici duygu yükünü boşaltarak, rahatlaması ve arınması gerekiyor. Kişi duygu yükünü konuşarak atamadığı noktada beden bu duyguyu yaşamaya ve dışarıya aktarmaya çalışır. Özellikle yaşanan olumsuz duygular dışarıya ağzımızdan çıkarak ifade edilmediğinde beden, geçmeyen baş ağrıları, sebebi bilinmeyen karın ağrıları, hatta panik ataklar ile duyguları ifade etmeye, kendinden atmaya çalışır. Bedenimiz bizimle hep konuşur ve sinyalleri verir. Bundan dolayı duyguları yaşayıp ifade etmenin zihinsel ve bedensel sağlığımız üzerinde çok büyük etkisi vardır.

Hem bireysel ruh sağlığımız, hem de ikili ilişkilerimizde problem yaşamamak adına duygularımızı ifade etmenin yöntemlerini bulup duygusal zekamızı geliştirebilmeliyiz.

Duyguları ifade edebilmek için ilk önce duygularımızı tanımamız gerekiyor. Olumsuz bir olay yaşadığınızda ilk önce bedeninize odaklanın. Ne hissediyorum ve bedenimde ne oluyor sorusunu kendinize sorun. Daha sonraki aşama ise hissettiğimiz duyguyu karşı tarafa aktarabilmek. Burada önemli olan karşı tarafa nasıl hissettiğimizi düzgün bir şekilde ifade etmemiz. Şu an kızgın hissediyorum, bu yaptığın duygularımı incitti, bu söylediğin beni şaşırttı, üzdü, kırdı, sevindirdi vs… Öfke güçlü bir duygu, enerjisi kuvvetli. Yıkıcı ve saldırgan olmaması için doğru zamanda, doğru şekilde ifade edilmelidir. Belki kendi kendimize meditasyon çalışmaları yaparak, kendimizle yüzleşerek, ağlayarak, bağırarak, şarkı söyleyerek, dans ederek de bu enerjiyi içimizden dışarı atabiliriz.

Ayrıca hissetmiş olduğunuz her duyguyu tanımlamaya çalışın. Şu anda hissettiğim duygu nedir? Genelde tanımsız kalıyor duygular, karışıyor, o zaman boşlukta hissediyoruz. Duygularınız güçlüyken bir defter tutup deftere yazmanızı öneririm. O duygu yükünü boşaltmanıza ve ne olduğunu anladığınızda rahatlamanıza yardımcı olacaktır.

Osho diyor ki;

İnsanlık ne yazık ki bastırılmıştır. Bireyler arada bir doğal olarak öfkelenmek yerine öfkesini topladı, bastırdı ve o kadar çok zehirle doldu ki bu bir dünya savaşı haline geldi.

Bastırarak, yaşamamız gerekmeyen bir hayatı yaşıyoruz. Bastırarak yapmayı istemediğimiz şeyleri yapıyoruz. Bastırarak olmadığımız biri gibi oluyoruz. Bastırarak kendi özümüzü yok ediyoruz. Yavaş bir intihar denebilir buna. Psikologlar hastalıkların yüzde yetmişinin bastırılmış duygulardan kaynaklandığını söylüyor. O kadar çok öfke ve nefret birikiyor ki, kalp zehirleniyor.

Öfkelendiğimizde, başkası aslında konu dışı. Öfkemizi başkasının üzerine kustuğumuzda bir zincir oluşturuyoruz, o da bir tepki verecek ve bu büyüyecek. Öfke hissettiğimizde koşabiliriz, bağırabiliriz.

Osho aslında şunu demek istiyor: Yemek bozuk olduğunda yemeği yapan kişinin üstüne kusmuyoruz. O yemeği biz yedik, gidip tuvalete kustuğumuzda rahatlıyoruz. Öfkemizi de bedenimizde tutmamalıyız. Öfkeyi fark ettiğimiz anda koşabiliriz, zıplayabiliriz, ağlayabiliriz, bağırabiliriz, şarkı söyleyebiliriz. Böylelikle enerji akışkan olsun, kozmosa geri dönsün. Problemin içine girip yeni bir problem yaratmayalım.

Öfkenin içine gir, onu uzun uzun düşün, tat onu. İçinde oluşsun bırak. Etrafını bulut gibi sarsın. Tüm acıyı hisset. Senin nasıl aşağıya çektiğini fark et. Bunu bil. Hakikat özgürleştirir, eğer deneyimlersen.

Engellenen enerjin öfkeye dönüşür. O sana ait bir hakikattir. Bu nereden geliyor? Kaynağına git. Boşluğa ulaşacaksın. Öyle derine gideceksin ki bomboş bir alana çıkacaksın. Çünkü o aslında egondu. Sahte kimliğindi. İncinmiş olan egondur.

Öfke sürekli değildir, anlıktır. Kimseye zarar vermez. Yükselir, iner. Sonsuz sevgiye dönüşür. Bastırıp biriktirirsen zehre dönüşür. Hissettiğin tüm duyguları yaşa. Sonra gözlemle onları. Neler olup bitiyor? Öfkeni mahremiyetinde yaşa ve sonra onu anlamaya çalış. Öfkenin gözünün içine bak. O zaman kaybolacak.

Derste 10 dakikalık bir meditasyon yaptık ve meditasyon esnasında kızdığımız bir konuyu düşünüp, burnumuzdan derin nefesler alarak ağzımızdan ses çıkararak verdiğimiz nefeslerle rahatladık.

Boğaz çakrasından bahsettik.

OM meditasyonunda ise odadaki senkronu, uyumu, müziği ve ahengi görmenizi isterdim.

Haftaya duygular üzerine çalışmaya devam edeceğiz.

İlk dört haftayı bitirdik meditasyon derslerimizde. İkinci ayda bizlerle olmak isterseniz, lütfen Adalar Kültür Derneği’ni arayarak kaydınızı yaptırın.

Yoga’ya Başlıyorum!

Ben üniversitedeyken, yani yıl 90’ların sonuyken duymuştum yogayı ilk. Şöyle bir incelemeyle ürktüğümü hatırlıyorum. Zor ve herkesin yapamayacağı bir aktivite olduğunu düşünmüştüm. Nefes çalışmaları, doğru nefes almak ile bağını duyunca ise bir yandan ilgilenmiş, bir yandan da yine ürkmüştüm. Bende astım var, nefes borum dar olduğundan özellikle ilkokul ortaokul lise yıllarımda epey rahatsız edici derecede nefes darlığı çektim.

Biraz şu astımdan da bahsedeyim aslında. Babam astım hastası, onunki biraz ciddi boyutlarda, kriz gelebiliyor, fısfıs kullanmadan düzelemiyor, kendini çok kötü hissettiği günler oluyor. Benim de çocukluğumdan beri nefesim yetmiyormuş gibi fazla fazla çekerdim burnumdan havayı ve annem bunu fark edip tanıdığı doktorlara sorduğunda, “psikolojik psikolojik” deyip geçilmiş, ciddi bir şekilde muayene edilmemişim. İçine kapanık bir çocuktum, empatik olduğumdan, fazla hassas bir çocuktum, buna bağlamışlar. Spora falan yazdırmışlar beni, bir de rahatlatıcı şuruplar falan vermişler. Yıllar sonra bir gün bir Rotaract toplantısında yanımda bir doktor oturuyordu ve laf lafı açınca nefes darlığım var dediğimde beni hastanesine çağırmıştı. Yapılan tetkikler sonucu kalıtımsal olarak nefes borumun bir parça dar olduğu ortaya çıktı. Almam gereken nefesin %70’ini alabiliyormuşum. Ama bu düzelebilecek bir durummuş. Psikolojik nefes darlığı diye bir hastalık olamaz, dedi doktorum, psikolojik durumun, bunu artıran, tetikleyen bir etmendir, dedi. Yani dar bir nefes borusu ve empatik bir ruhu birleştirince ortaya nefes darlığı çıkması epey doğal. Hayatım boyunca hiç sigara içmedim çok şükür, fakat o zaman doktor bana da babamın kullandığı fısfıslardan verdi, bir de spor yap gerçekten, aç nefesini dedi.

O dönem kullandım fısfısları ihtiyaç hissettikçe. Spora da bir yazıldım bir bıraktım, bir stepteyim, bir aerobikte, bir sabah yürüyüşlerinde, ama sonra bıraktım hep, devam etmedim. Şimdiki gibi sağlıklı yaşam manyaklığım yoktu 🙂

Zaman içinde nefes darlığım düzeldi, şu an neredeyse hiç hissetmiyorum. Hele ki düzenli spordan sonra gerçekten nefesinizi açabiliyorsunuz. Ben azıcık koşsam tıkanan bir insandım, şu an tıkanma nasıl bir şeydi hatırlamıyorum, hatırlamak da istemiyorum.

Velhasıl, o dönemlerde yoga da beni korkutan, “benlik değil” dediğim ve uzak durduğum bir aktiviteydi. Fakat spiritüel okumalarımda da hep karşıma çıkıyordu.

Son dönemde yoga çok moda, biliyorsunuz. Hiç ilgilenmeyenin bile dimağında yogaya ait birtakım bilgiler var. Her yer yoga kursu, yoga merkezi. 5 arkadaşınızdan biri yoga etkinliğine katılıyor, yalan mı? Etrafta yoga matları, kıyafetleri satılmakta. ( Kişisel gelişim gibi, meditasyon gibi, içi de boşaltılmış bir disiplin maalesef. ) Eh, hal böyle olunca, bir tık daha fazla bilgi almak, neymiş ne değilmiş yakından görmek kolaylaştı benim için de.

Birkaç kez izledim yapan arkadaşlarımı. Sonra da cesaret edip bir yoga kampına gitmeye karar verdim. İki sene önce karşıma Datça’da gerçekleşecek bir yoga kampı çıktı. İstanbul’dan iki adet kadın yoga hocası düzenliyordu. Hocalardan Ece de Datça’da yaşayan arkadaşım Zeren’in en yakın arkadaşlarından biri çıkmadı mı? Canım tesadüflerim!

 

Topladım çantamı, aldım matımı, çıktım yola. İyi ki de çıktım. Ovabükü’nde Melinda Pansiyon’da kaldık. Her sabah ve her akşam birer saat başlangıç seviyesinde yoga yaptık. Beni bu kadar enerjik kılacağını hiç bilemezdim. Sabah yoga bittiğinde, kahvaltıya ve denize saldırdım adeta. Enerjimi devam ettirmek, hareket içinde olmak istediğimi hatırlıyorum. İlk gün dışında erken uyanmak da hiç zor olmadı, hatta bayıla bayıla uyanmaya başladım. Yoga bitişinde bazı aromatik yağlarla başımıza masaj yapıyordu Ece, yaklaşık bir 10 dakika uzanarak meditasyon yapıyor/dinleniyorduk. Nefisti, nefis.

 

Döndüğümde kendime bir yoga DVD’si aldım. Birkaç gün yaptım evde kendim, sonra bıraktım. (Kişisel disiplinim pek yok sanırım. ) Sonra evime yakın bir yoga merkezi keşfettim. Yoga Şala’da birkaç kez yoga çalışmalarına katıldım. 2015’te Moda’da bir açık hava yoga etkinliğine katıldım kuzenimle birlikte. Böylelikle Erol Benjamin Scott ile tanıştım, kendisi çok güzel etkinlikler düzenliyor ve bize yoga ile ilgili sık sık bilgi e-mailleri geçiyor.

Fakat henüz spor gibi, sağlıklı beslenme gibi, hayatımın bir parçası haline getiremedim doğrusu. Geçtiğimiz günlerde Caddebostan’da açık havada bir yoga etkinliği vardı, ona katıldım, aslında kaç zamandır yapmadığım için biraz zorlandığımı söylemem gerek. Yoga zor bir şey mi ki dersen, aslında vücudun biraz esneklik kazanması gerekiyor. Acele etmemeyi de öğrenmek gerekiyor. Bedenine hakim olmayı öğreten bir disiplin zaten yoga, yaparken kendinle ilgili pek çok şeyi fark ediyorsun. Bir nevi meditasyon, ama hareketlisi ve aktif olanı diyebiliriz aslında.

 

Genel anlamda yoga nedir sana biraz kendi bildiklerimden bahsetmek isterim ve biraz da şahsen ne gibi duygular hissettiğimi anlatabilirim yoga yaparken.

Sanskrit dilinde kullanılan Yuk, yok, yuj sözcüklerinden türemiş. Bütünleşmek, birleşmek anlamına geliyor. Yoga’nın yapılma sebebi de doğayla, evrenle, benliğimizle, özümüzle birleşmek, bütünleşmek, yani aslında zaten bir olduğumuzu hatırlamak. Hem fiziksel, hem zihinsel hem de ruhsal bedeni olumlu etkileyen bir disiplin. Milattan önce üçüncü yüzyıl kalıntılarında lotus pozisyonunda oturan adam görselleri bulunmuş. Çin’de, Tibet’te de benzer heykellere rastlanmış. İndus vadisinde, Hindu toplumunun atası olarak bilinen İndus medeniyetinin yoga hareketleri ile felsefesini bir yaşam biçimi olarak benimsediği kanısı oluşmuş.

 

Yoga aktif hareketlerden oluşan bir etkinlik olsa da, yogaya basitçe sportif bir etkinlik olarak bakamayız. Yoga felsefesinden kasıt ta bu. Doğru egzersiz, doğru beslenme, doğru nefes, doğru rahatlama/gevşeme ve doğru meditasyon ilkelerini benimseyen bir yolu işaret ediyor yoga.

Batı dünyasının yogayı keşfi 1800’lere dayanıyor. 1893 yılında Chicago’da World Parliament of Religions toplantısında Hint guru Vivekananda ilk kez yoga hakkında evrensel bir konuşma yapıyor. Yine 1946 yılında Paramahansa Yogananda’nın yazdığı Bir Yoginin Otobiyografisi, batıda da çok ilgi çekiyor. 1961’de Richard Hittleman Sağlık için Yoga kitaplarını yazmış. 1960’ların sonunda Woodstock kuşağı tabir edilen gençler yogayla ilgilenmeye başlıyor, aynı yıllarda Hare Krişna hareketi tanınıyor. Beatles üyesi George Harrison 1969’da The Hare Krishna Mantra adlı 45’liği çıkarıyor. 1970’ler, New Age çağı malum… O dönemde de ilerki postlarımda sıkça bahsedeceğim Osho’nun felsefesi Batı’da büyük yankı uyandırdı.

Bu postta sana yoga ile ilgili bazı bilgileri çok eğlenerek ve çok şey öğrenerek okuduğum Acemi Yoginin Elkitabı – Yeni Başlayanlar İçin Yoga kitabından derledim. Esra E. Karaosmanoğlu imzalı bu kitabı edinmeni tavsiye ederim, eğer sen de benim gibi yogada yeniysen ve sıkılmadan, eğlenceli bir şekilde, neymiş bu yoga gibi sorularının cevaplanmasını istiyorsan…

 

Ben kişisel olarak yoga yaparken öncelikle bedenimle ne kadar da bağlantıda olmadığımı fark etmiştim. Hani hep ruhla, özle kontakta olmayı konuşuruz ya, sanki bedenimiz, zaten dışarda olduğu için onunla çok bağlantıdaymışız, ya da onunla bağlantıda olmak diye bir şey yokmuş gibi gelmiş bana o zamana kadar. Beden zaten belli, ben ruhuma ulaşayım derken bedenimi gerçekten de görmezden gelmişim adeta. Spor yaparken hareketlerimiz daha hızlı ve tempoludur. Bir hareketi birden fazla yapmaya ve terlemeye, kalbimizin atışını artırmaya, kaslarımızı güçlendirmeye, yağları yakmaya odaklanırız daha çok. Müzik vardır genelde sözlü ve hareketli. Bedenimiz için yapıyor olsak da hareketleri, çok da kendi bedenimizin farkında olarak yapmayız bunu çoğu zaman. Hız ve dış etkenler aktiftir daha çok. Yoga ise bana meditatif spor gibi geliyor. Acelemiz yok. Terlemeye, kas geliştirmeye ve yağ yakmaya odaklanmış değiliz. Müzik yok, ya da  sakin, genelde sözsüz, belki mantra*lı müzikler var. Yoga hocamız varsa onun yönlendirmeleriyle kendimize döndüğümüz sakin bir hal içerisindeyiz. Kendi kendimize yapıyorsak da aynı şekilde. Bedenimizin pek çok yerini hareket ettiriyoruz, hatta bunlar bedenimizi, kaslarımızı zorlayıcı hareketler de olabiliyor. Bu sayede aslında o anda bazı ağrılarımızı da fark edebiliyoruz. Bazı esnekliklerimizi de fark ediyoruz. Bedenimiz bizimle konuşuyor. Buna vakit var. Yogada zorlama da yok, yoga hocalarımız yönlendirmelerini yaparken her zaman bu konuda uyarırlar, zorlanıyorsanız bırakın derler. Yoga hocalarımızın yönlendirmelerinde en sevdiğim, en ilgimi çeken kelime “araştırma” kelimesidir. Bir hareketi deneyimlememizi isterken  bedenimizin bize o anda hissettirdiklerini “araştırma”mızı ister hocalarımız. O an tamamen bize ait çünkü, örneğin üst bedeninle sola doğru döndün, o anda kendinlesin, neler geçiyor zihninden, bedenin bu hareketi sana ne hissettiriyor, kendini nasıl hissediyorsun, bunları hissedebiliyorsun o an. Kendinle bağlantıdasın işte. Kendi bedenini sevdiğini fark ediyorsun çoğunlukla. O senin çünkü, sana ait, bunu fark ediyorsun. Belki de biraz ilgiye ihtiyacı var senin tarafından, bunu fark ediyorsun. Ben yogada egomla çok karşılaşıyorum. Hareketleri doğru yapmaya çok takıldığımı fark ediyorum mesela, ya da nasıl göründüğümle. Dışardan kendimi görmek istiyorum o an bazen. Bir hareket zor geldiğinde buna üzüldüğümü, daha iyi yapabilmek istediğimi fark ediyorum. Bu kişisel olarak üzerinde çalışmam gereken bir konu mesela. Büyük ihtimalle mükemmeliyetçiliğimle ilgili bir durum var orada. Kendimi yargıladığım, zorladığım konular var. Bunu fark ediyorum. Öte yandan, tıpkı meditasyonda anlattığım gibi, kendine ayırdığın bir zaman olduğu için içten içe şımarıyorsun. Seni iyi ve değerli hissettiren bir süreç yoga.

Bu arada, yoganın içinin boşaltılmışlığı ile ilgili muhteşem bir makale okumak istersen burada.  Türkçesi ise burada.

Elephantjournal.com, yeri gelmişken tavsiye edebileceğim, içi boşaltılmamış kişisel gelişim için mükemmel bir İngilizce kaynak.

Son önerim de, yolculuk postumda bahsettiğim arkadaşım Arzu’nun Feel Good isimli youtube kanalı olacak. Namaste!

*mantra:  Genelde Sanskritçe olan, zihni boşaltmak, konsantrasyonu artırmak,  için tekrarlanan hece, sözcük ve sözcük gruplarının melodiyle birleşmesi 

 

Meditasyon Hayatımda Nasıl Bir Yer Kaplıyor?

Sitemi profesyonel anlamda hazırlamaya başladığımda meditasyonla ilgili daha ciddi ve bilgi veren içerikler paylaşacağım. Şimdi meditasyonun benim hayatıma girişini ve kişisel olarak benim meditasyona bakışımdan bahsetmek istiyorum blog sayfalarımda sana.

Meditasyon ile tanışmamış kişilerde bazı önyargılar olduğunu düşünüyorum. “Meditasyonmuş, yogaymış, bırakın bu spiritüel, antin kuntin işleri” diyen binlerce insan var, belki biri de şu an bunu okuyan sensin. Lütfen bir an için önyargılarını şöyle yanında bir yerlere bırakıp beni dinler misin? Eğer işine gelmezse sonra onları yerinden alıp aynı şekilde hayatına devam edebilirsin.

Erken yaşta çalışma hayatına başlayan ve kariyeri, işinde başarılı olmayı, başarıyla doğru odaklı iyi para kazanmayı, yoğun çalışmayı fazlasıyla önemseyen biriydim. Mükemmeliyetçi bir yapım da olduğundan kendimi epey yıprattığını söyleyebilirim. Kendime çok fazla seçim şansı tanımadım. Yeter ki bir işi öğreneyim, yapayım, pişeyim diye yola çıkarak kendi önceliklerimi çok da önemsemediğim kararlar verdim. Evime en uzak konumlardaki işlere evet dedim, akşam yedilere sekizlere kadar çalışmaya evet dedim, uzun süre maaş almamaya, zam almamaya, sigortamın ödenmemesine vs… evet dedim. Tabii ki yıllar geçtikçe piştim, seçimlerim olmaya başladı. Ama sonuçta İstanbul’da yaşıyorum. Evime yakın bir iş, eğer kendi kurduğum bir iş değilse, hala hayal biraz. Başkasının işinde çalışarak hak ettiğim ücreti almak, mesaiye kalmamak, bunlar hala imkansıza yakın durumlar maalesef günümüz Türkiye’si ve İstanbul’unda.

Bu şartlar altında hep koşturan biri oldum. Hep bir yerlere geciktiğimi hissederek yaşadım. Hep acelem vardı. Aslında biliyor musunuz, acelem yokken de var gibi yaşıyordum. Artık bu içime öyle bir sinmişti ki, hafta sonu iş yokken bile kendime iş yaratıp, aynı gün içinde 3-4 plan program yapıp, tüm aktivitelerde, tüm etkinliklerde olmaya çalışıp, her yere, herkese ve her şeye yetişmeye çalışıp kendimi epey yordum.

Bu benim kişiliğimden ve zamanında bazı şeyleri doğru değerlendirmiyor olmamdan, ya da şöyle diyelim, kişiliğimin geliştiği bir dönemden kaynaklandı. Fakat, özellikle İstanbul’u bildiğim için elbet böyle söylüyorum, İstanbul’da ve büyük şehirlerde benim gibi yaşadığını bildiğim çok kişi var. Belki kişilik yapıları, belki maddi ihtiyaçlar, belki zorunluluklar… Sebep ne olursa olsun, hepimizin konuştuğu, tartıştığı bir gerçek bu. Her yerde olmaya çalışıyoruz ve hiçbir şeye yetişemiyoruz. Trafik zaten bizi zorlayan bir etmen. On dakikalık mesafeye 1 saatte gidiyoruz, bunu bildiğimiz için hep tetikteyiz, oturduğumuz yerde duramıyoruz rahat rahat. Uykumuzu alamıyoruz, eve geldiğimizde yorgunuz.

Eğer yalnız yaşamıyorsak, tüm günün koşturması sonucu eve gelip aile bireyleriyle karşılaşıyoruz. Onlarla yemek yiyor, sohbet ediyor, vakit geçiriyor ve uyuyoruz. Sabah kalkıp aynı tempo. Peki biz ne zaman kendimizle kalacağız?

Sabah uyandın, gözlerini zor açıyorsun ama otomatik hareketlerle banyoya gittin, dişlerini fırçalarken içinden bin bir şey düşündün, belki bir duş aldın yine kafanda binlerce düşünce ile, ihtiyaçlarını giderdin aceleyle ve çıktın, alelacele giyindin, servise/otobüse/vapura yetişmeye çalıştın. O dakikadan sonra artık yalnız değilsin zaten. İş bitene, eve gelene kadar. Evde de annen, eşin, kardeşin…

Belki işinle, belki eşinle, belki sağlığınla, belki lokasyonunla vs vs ilgili vermen gereken kararlar vardır, belki bir yerin ağrıyor, belki bir şeye kafan takık, canın sıkkın ama ne olduğunu bile bulamıyorsun: vakit yok!

Birkaç yıl önce full time çalışır ve koştururken, bir sabah evden çıkmak üzereyken bir an aynada kendimle göz göze geldim. Saçım başım dağınık, yüzüm renksiz, hastalıklı gibiydi. Kendime ne kadar da zaman ayırmadığımla yüzleşmiştim o an, hiç unutmam. Aynaya bakıp, nasıl görünüyor olduğuma bakmaktan vazgeçtim, genel anlamda nasıl olduğumu, nasıl hissettiğimi kendime soracak zamanı yarat(a)mıyordum kendime. İstifa etme kararı vermemde son damlalardan biridir o aynada kendimle göz göze geliş.

Elbette, işlerinizden istifa edin, bakın hayat ne güzel diyecek değilim. Herkesin seçimi, hayat beklentisi farklı. Ayrıca bu bir süreç. İçinden bir ses, “aslında ben de istifa etmek istiyorum ama öyle kolay değil, sen bilmiyorsun, şu şu şu sebeplerden dolayı istifa edemem ben şu anda”, diyorsa, demek ki bir süreç içindesin ve ben şu an sana buradan, “ah, bütün o sebepler bahane, yapabilirsin” dediğimde sihirli bir değnek değip kararını değiştirmeyecek. Evet, bütün o sebepler gerçekten de bahane, ama bu sürece her zaman saygı duyuyorum. Hepimizin bahaneleri var ve bu bahanelerimizin ismi önce sebepler, zorunluluklar. Eğer bir süreç yaşayıp kendimizle yüzleşirsek o zaman sebep ve zorunlulukların aslında bahanelerimiz olduğunu fark ediyoruz. Fakat dediğim gibi bu bir süreç. Bu süreç de herkes için farklı işliyor. Herkesin yolculuğu farklı, bu sebeple, bu konularda ahkam kesmek en yanlış yaklaşım.

Neyse, konudan sapmayalım. Meditasyonun ne olduğunu ben de çok fazla bilmiyordum açıkçası. Önce okudum biraz. Sonra videolar izledim. Sonra meditasyon yapılan mekanlarda ben de meditasyon yapmaya başladım. Özellikle Nar Kendin Ol Gelişim Atölyesi , Osho Meditasyon Merkezi  ve Radia Gelişim’de katıldığım meditasyon çalışmaları bana çok faydalı oldu. Daha sonra Osho’nun internette yer alan meditasyon çalışmalarını evde kendim yapmaya başladım.

Anladık, okudun, izledin, yaptın da neymiş peki meditasyon diyorsun, duyuyorum. Önce sana şunu sorayım. Yukarıda anlattığım gibi bir tablonun içinde olduğunu varsayıyorum. Koşturuyorsun ve kendine çok fazla zaman ayıramıyorsun. Tamam. Tüm sebeplerini de anlıyor, sana hak veriyorum. Peki, kendine ayırabileceğin bir 15 dakika olabilir mi? Senin seçeceğin herhangi bir günde, herhangi bir saatte, sadece 15 dakika. Ama yalnız. Yapayalnız. Cep telefonun kapalı olacak. Gerekiyorsa çevrene haber vereceksin, ben bir 15 dakika yokum diyeceksin. Eğer kendime ayırabileceğim bir 15 dakika yok diyorsan, önce, bir gün içinde kendime 15 dakika nasıl ayıramam sorusunun cevabını vermeye çalış, sonra bu yazıya geri dön.

O günü ve saati ayarladın mı? Örneğin Salı akşamı saat 19:00-19:15 arası senin. Ya da sabah 7:00 -7:15 arası.
Meditasyon nedir’i kavramsal ve bilimsel olarak açıklamadan önce kendi fikrimi söylemek istiyorum. Adına meditasyon de veya deme. Bunu belirli bir ritüel içinde yap veya yapma. Kendine ayıracağın en az 15 dakika olmalı gün içinde ve kendinle kalmalısın. Televizyon yok, cep telefonu yok, etrafında kimse yok. Rahat bir yerde oturuyor olmalısın. En rahat şekilde, mümkünse rahat kıyafetlerle. Mümkünse loş ve seni iyi hissettiren bir mekanda. Nefes alış verişlerini takip etmeli ve rahatlamalısın. Kendime zaman ayırdım, her şeyden uzaklaştım biraz diye düşünmen kafi. Sadece bunu yapmak bile bana göre meditasyondur ve hayatın hayhuyundan seni biraz rahatlatacaktır.

Gelelim meditasyon ne demek sorusunun cevabına. Meditasyon, Latince “meditatio” kelimesinden geliyor. Sözlüklerde, “kişinin iç huzuru ve sükûnet elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme teknikleri ve deneyimlerine verilen ad” olarak tanımlanıyor. Bu teknikler için standart bir meditasyondan söz etmek mümkün değil. Oturarak, ayakta, dansla, sözlü, sözsüz, sessiz, müzikli… Yüzlerce uygulama tekniği var.

 

Ben meditasyon yapmak için evimde rahat ettiğim bir odamı kullanıyorum. En az 20 dakikamı ayırmaya çalışıyorum meditasyon için. Işıkları kapatıp mum yakıyorum, o loşluk hoşuma gidiyor, beni sakinleştiriyor. Bir matım var, üzerine en rahat ettiğim şekilde oturuyorum. İnternette, spotify’da ya da satın alabileceğin DVD’lerde güzel meditasyon müzikleri oluyor. Bunlar genelde sözsüz, rahatlatıcı, sakin müzikler. Bazen doğa seslerinin kayıtları oluyor. Dalga sesi, rüzgar sesi, kuş sesi gibi. Bunları da kullandığım oluyor ve bana çok iyi geliyor. Gözlerini kapatmadan, belirli bir maddeye bakarak da meditasyon yapabilirsin. Ben gözlerimi kapatarak meditasyon yapmayı tercih edenlerdenim.

Yalnız kaldığımızda, sustuğumuzda ve hiçbir şey yapmadığımızda, çok normal olarak zihnimizden düşünceler geçecek. Bir şeyler düşünmeye başlayacağız. Bunlar gün içinde yaşanmış olaylar, sevdiğimiz birisi, kızdığımız birisi, geçmişte yaşanmış ve bizi olumlu ya da olumsuz etkilemiş meseleler olabilir. Kendimizi eleştirdiğimiz konular olabilir. Meditasyona ilk başladığımızda zihnimizin geveze bir insan gibi konuştuğunu fark etmemiz çok doğal. Bizim yapmak istediğimiz ise zihnimizi susturmak ve “o anda” olmak. O günde, o anda olduğumuzu, o odada yalnız, sakin ve huzurlu olduğumuzu fark edip anın güzelliğini yaşamak istiyoruz. Fakat zihni susturmak kolay bir iş değil. Ve işte, en önemli konu: Meditasyon zihni susturmak için “çaba sarf etmek” değil. Meditasyon çabasız bir eylem. Burada bilmemiz gereken şey şu. Öfke hissedebiliriz, acı hissedebiliriz, heyecan hissedebiliriz, telaş hissedebiliriz. Bunların hepsinin gelip geçici “hisler” olduğunu ve bizim özümüzün bu hislerle bir ilgisi olmadığını fark etmek istiyoruz burada. “Ben öfkeliyim” düşüncesi yerine, “şu konuya öfke hissetmişim” diyerek bu düşünceyi, bu duyguyu yakalamak istiyoruz meditasyonda. O düşünce ve duyguya uzaktan bakmak istiyoruz. Yunus Emre’nin dediği “bir ben var benden içeri” meselesi tam da bu işte. Nasıl ki biz hiçbir şey yapmasak da kalbimiz atıyor, kan pompalıyor, damarlarımızdan kan akıyor, işte zihin ve ego da bize sormadan bazı düşüncelere kapılıyor aslında. Biz o düşüncelerden ibaret değiliz. Biz insanız ve bu duygu ve düşünceler zihnimiz aracılığıyla bizden geçiyor. Buna şahit olmak istiyoruz meditasyonda. Yani bu duygu ve düşüncelerle aramıza bir mesafe koyuyoruz aslında farkındaysan. Böyle düşünmüşüm, böyle hissetmişim. Bu esnada ağlamamız, hatta haykırmamız bile olası. Gülmemiz de öyle. Bunlara izin vermek istiyoruz meditasyonda. Hiçbir duygu bastırılmamalı. Ben ilk meditasyon deneyimlerimde hep ağladım. Hatta ilkinde bilmediğim için ve çevremde başkaları da olduğu için bastırmıştım ağlamamı. Toplu bir meditasyondu. Rehberimize sorduğumda kendini bıraksaydın keşke, zaten amacımız bu, rahatlamak, bırakmak, demişti. Daha sonraki pek çok meditasyon çalışmamda rahat rahat ağladım.

 

Şahsen tek başına yapılan meditasyonları bu anlamda daha faydalı buluyorum ama bunun için elbette önce toplu meditasyonlarda işin mantığını kapmak gerekiyor bence. Sürekli toplu meditasyonlarla da devam edebilirsin, bu tamamen kişisel seçim. Bu arada bu toplu meditasyonlarda, ya da meditasyon yaptıran atölyelerde, yönlendirmeli meditasyonlar da var. Bu yönlendirmeli meditasyonları yine evde kullanmak için DVD olarak almanız ya da internette ses dosyaları olarak bulmanız da mümkün. Yönlendirmeli meditasyonlarda genelde size bazı imgelerden bahsedilir. Bir rehber, zihninizin problemlerinize odaklanmaması için sizi dış dünyadan ve yaşadıklarınızdan uzaklaştırmak amacıyla size bazı telkinlerde bulunur. Bu bazen de olumlama cümleleriyle yapılır. Örnek vermem gerekirse ya sizden doğada olduğunuzu hayal etmeniz, bunu zihninizde görmeniz için yönlendirir, ya da mutluyum, sağlıklıyım, her şey yolunda, kendimi seviyorum gibi olumlama cümlelerini içinizden geçirmeniz yönünde telkinlerde bulunur.

 

Erol Benjamin Scott ile açıkhavada yoga yapmadan önce meditasyonla başlıyoruz.

Meditasyon esnasında odaklanmamız gereken en önemli şey nefesimiz. Nefes alıp vermek yine bedenimizin otomatikman yaptığı bir işlem çok şükür ki. Fakat gün içinde nasıl nefes aldığımızın hiç farkında değiliz. Meditasyon esnasında burnumuzdan nefes alıp, nefesin burnumuzdan geçerek diyaframımıza dolduğunu fark ederek, sonra bu nefesi geri veririz. Diyafram nefesi, nefesin burundan alınarak akciğerlerin alt bölgesine gönderilmesi anlamına geliyor. Diyafram nefesi çalışmaları bilinçli yapılmalı bu arada, bunu da söylemek isterim. Çünkü diyafram nefesinde kalp daha fazla etki altına giriyor. Bu nedenle nefes çalışmalarında kalbe fazla yüklenmeden dengeli sürelerde çalışmak gerekiyor. Fazla oksijen almak baş dönmesi yaratabiliyor biliyorsun, bu yüzden başlangıçta kısa süreli baş dönmesi ve yorgunluk hissetmen normal. Diyaframı çalıştırmak ve diyafram nefesine konsantre olmak zaman alacaktır, bu konuda kendini zorlamamalısın. Eğer yapamadığını düşünüyorsan, başlarda bildiğin gibi nefes alabilirsin, sadece oksijenin burnundan girdiğini ve burnundan ya da ağzından çıktığını fark etmen, buna odaklanman yeterli olacaktır.
Her gün kendine 15 dakika ayırarak, nefesine, senden geçen duygu ve düşüncelere, dinlediğin müziğe ya da yönlendirmeli meditasyondaysan bu yönlendirmelere odaklanman, inan bana hayatında çok büyük değişikliklere sebep olacak.

Not: İngilizce takip edebiliyorsanız yönlendirmeli meditasyon olarak spotify’da yer alan bu listeyi tavsiye ederim. Namaste!