SUSAMAM’LA İLGİLİ SUSAMADIM

Bir gece saat 04:00 gibi uykum kaçtı. Twitter’da gezinirken SUSAMAM’a rastladım. O günüm o saatte başlamış oldu, uykuya geri dönmem artık mümkün değildi.

Ben kimim? Herhangi bir vatandaş. 40 yaşındayım. Çocukken piyano eğitimi aldırmış ailem sağolsun, kulağım vardır, sesim de fena değildir, arkadaşlarla birkaç stüdyo ve sahne denemem oldu. İlk dövmem müzik notasıdır, kültür sanat alanında çalıştım hep, özellikle de sinema alanında ama bana sorarsan insan her türlü sanat dalı olmadan yaşayabilir, müziksiz eksik kalır.

Sinema konusunda gazetecilik, içerik editörlüğü yapıyorum uzun sürelerdir. Müzik gruplarına menajerlik yaptığım da oldu, klip çekme denemem de. Bunları yazma sebebim, SUSAMAM’a dair duygu ve düşüncelerimi okurken biraz nerelerde gezinmişim fikir edinmen. Müzik konusunda bir uzman değilim ama müzikten hiç anlamayan biri de değilim.

SUSAMAM, uzun süredir dinlediğim en vurucu müzik eseri. Evet, politik ve muhalif bir eser.  Son dönemde toplum olarak yaşadığımız pek çok can sıkıcı konuyla ilgili sağlam bir manifesto denebilir.

Rap müziği genelde muhaliftir. Hızlı ritmle söylenen sözlere sahiptir tüm rap şarkıları. R harfi ritmden P harfi ise poem’den yani şiirden gelir. Susamam bu bağlamda diğer rap şarkılarından farklı değil. Ritmik şiirlerden oluşuyor çoğunlukla, bazı yerlerde şiir gibi okumaların dışında şarkı şeklinde melodik bölümler de mevcut.

Diğer rap şarkılarından en büyük farkı uzunluğu aslında. Hatta diğer tüm şarkılardan farkı diyebiliriz. Elbette örnekler var ama alışık olduğumuz şarkılar 3-5 dakika olduğu için 15 dakikalık bir rap şarkısına alışık değiliz, kabul.

Farklı müzisyenlerle biraraya gelinmiş, farklı konseptler oluşturulmuş, farklı temalar belirlenmiş, farklı konulara değişik müzikler, sözler yazılmış, bir kolaj elde edilmiş. Ancak bu, işin çorbaya dönmüş olması anlamına gelmiyor, bu da mümkündü ama aksine başından sonuna zaten genel bir duruş ve bu duruşun getirdiği bir düzen hakim olmuş parçaya. Geçişler oldukça profesyonel biçimde oluşturulmuş.

Sıkıcı olduğunu, didaktik olduğunu, müzikal olmadığını ve ritmsiz, duygusuz şekilde cümlelerin okunduğunu söyleyenler olmuş, bazı müzik otoriteleri de, “aslında bu müzikal anlamda değerlendirilmemeli, didaktik gibi görünmesi ve sıkıcı olması normal, bu daha çok bir manifesto ve çok vurucu şeyler anlatılıyor, onlara odaklanmak lazım” demişler. Ben açıkçası buna katılmıyorum. Sıkıcı mı? Siz ciddi misiniz? “Can sıkıcı” diyorsanız, o başka bir şey, konular hepimizin canını acıtan konular, bu şekilde söylüyorsanız ne ala, ben her seferinde gözyaşları içerisinde dinliyorum/izliyorum. Ama bahsedilen sıkıcılık 15 dakika olmasından ve cümleler içermesinden (?) dolayı, gerçekten “sıkıldım, akmıyor, dikkatim dağıldı” şeklinde bir sıkıcılıksa, özür dilerim ama bence orada başka bir sorun var.

Çoğu rap şarkısında cümleler didaktik bir hava estirebilir, bu, bu müzik türünün tabiatından kaynaklanır. Ha bu arada, şarkının bazı bölümleri hiç didaktik değil ve yukarıda yazdığım gibi bazı bölümler bildiğimiz, alıştığımız “şarkı” tadında, örneğin Aspova: “Dünya, dönsün başım gibi, aklımı kaybederek, rüya, nefesim, iç sesim, düşerim derinlere” diyor,  örneğin Miraç’ın bölümünün ilk kısmı, örneğin Mert Şenel’in bölümü: “Fırtınadan kopup giden dalların bir tanesiyim, fazla yol almış ve yıpranmış, içimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok, bazen evsiz bir çocuğun hikayesiyim” ve en önemlisi de Sarp’ın yani Şanışer’in nakaratı: “Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler, yenilir hiç olurum, farketmezler, susmam, susamam.” Deniz Tekin‘in o yürek dağlayan bölümü… Bu ve bu gibi kısımlar 15 dakikalık bir manifesto metnini diyelim hadi bütününe, o kadar başarılı şekilde yumuşatmış, kulağa hoş gelmesini sağlamış ve bir bütünlük yaratmış ki. Bu kısımlar sonradan dilime de dolandı mesela benim, melodisi de içimde döndü durdu.

Her gün iki kez dinleyip her dinlediğimde yeni bir mesaj alıyorum ben bu şarkıdan kendi payıma. Daha sıkıldığımı hatırlamıyorum. Elbette kişisel beğeniler, zevkler tartışılmaz, “ben beğenmedim kardeşim” diyip işin içinden çıkabilirsiniz ve sonsuz saygı duyarım ancak “didaktik, müzikal değeri yok, sıkıcı vs” dendiğinde de bu gördüklerimi söylemeden edemedim.

Gelelim işin politik ve sosyolojik kısmına. Başta hepimiz bayıldık, bir olduk bu şarkıyı beğenmekte, son zamanlarda canımızı yakan, fark ettiğimiz, tepki koymak istediğimiz, belki koyduğumuz, belki suskun olduğumuzu farkettiğimiz o kadar çok meseleye değinmiş ki SUSAMAM, bin tane konuda bir olduk.

Sonra Miraç maalesef çok talihsiz bir açıklama yaptı, şunlar şunlar paylaşmasın dedi, şunlar bunlar oldu, bunlar onlar oldu, bu kez pek çok insan tabii ki haklı olarak kırıldı, kızdı, üzüldü, şaşırdı. Şarkının savunduğu özgürlüğe ve birliğe ters bir tutum oldu bu. Kişiyi bağlayan bir hataydı. Koskoca bir şarkıya, projeye, emek veren onlarca insana mal edilmeye çalışıldı bu hata ama neyse ki öyle olmadı. Sarp bir açıklama yapmak durumunda hissetti kendini, çünkü hassas biri anladığım kadarıyla. Bu açıklamalardan ilkinde   “lütfen şarkımızı hiçbir siyasi düşünceye direkt karşı olarak etiketlemeyin” dedi.

İşte bu beni düşündürdü. İyi ki böyle dedi Sarp, bende bir ampul yandı. Sorunumuz bu bizim. Yeni neslin apolitik olmaması muhteşem, fakat politik olmak, mutlaka bir siyasi düşünceye körü körüne bağlı olup sen ben o biz siz onlar yapmak anlamına gelmiyor. Aslında içi çok boşaltılmış bir kelime olsa da kullanacağım, en basitiyle “duyarlı” olmak anlamına geliyor ve işte bunun altında ancak hepimiz birleşebiliriz. Kadın cinayetlerini durdurmak için yapılması gerekenler, yapılmayanlar, cezalar, kanunlar vs konusunda partiler, siyasetçiler, iktidar ya da muhalefet temsilcileri suçlanabilir, eleştirilebilir, fakat kadın cinayetlerini bizler işliyoruz. Çevre kirliliği konusunda devletin, ülkelerin, tüm dünyada başta olanların yapması gereken tonlarca şey var kabul. Ama çevreyi biz kirletiyoruz. Barınaklar yetersiz olabilir ama sokak hayvanlarına biz tecavüz ediyor, biz taş atıyoruz. Eğitim eşitliğini biz sömürüyoruz. Lütfen buradaki biz’i anlayın. Ben yapmıyorum ki kardeşim, diyip, işin içinden sıyrılmayın.

Geçtiğimiz günlerde Büyükada’da, depremle ilgili bir söyleşiye katıldım. Depremden zamanında adalar nasıl etkilenmiş, şimdi olsa nasıl etkilenir ve tüm İstanbul’u neler bekliyor, neler öngörülüyor, ne konularda yine eksiğiz, ne sıkıntılar var, hepsi konuşuldu. Olası bir depremde toplanma alanlarına AVM’lerin yapılmış olması, deprem için alınan vergilerin nereye gittiğinin belirsizliği ve pek çok bildiğimiz yanlışlar mevcut, evet. Fakat konuşmacılardan biri, tüm bu olan biten, olmayan ve bitmeyen konuları konuşup ah ah vah vahlanmak ve aynı şekilde evlerimize dağılmak yerine deprem çantamızı yapmamızı, deprem anında neler yapılması gerekir’le ilgili hazırlanmış eğitimlere katılmamız gerektiğini, mahalle toplulukları oluşturmamız gerektiğini, komşumuza nasıl yardım edebileceğimizi dahi öğrenmemiz gerektiğini söylediğinde şöyle bir sarsıldım.

Elbette eleştireceğiz, elbette hakkımızı savunacağız, istek ve ihtiyaçlarımızı dile getireceğiz. Fakat SUSAMAM’da da çoğunun işlenmiş olduğu bu konularda önce iş başa düşüyor gibi geliyor bana. Ve işte tam da orada birleşiyoruz, orada artık sen HDP’li misin, ben AKP’liyim, sen nasıl CHP’lisin konuları anlamsızlaşıyor. Hepimiz temiz bir çevre, mutlu ve sağlıklı hayvanlar, rant peşinde koşmayan müteahhitler, kadına saygı, üniversitelerde eşitlik vs vs istiyoruz. Bunların hepsi eğitimle mümkün. Eğitimse evde başlıyor. Eğitim sende başlıyor. İçinde. Sen eşine bağırıyor, çocuğunu itip kakıyorsan, onların yanında küfür ediyor, alkol alıyor, sorumsuzca araba kullanıyorsan, hayvanların canlı olduğunu unutuyorsan, izmaritini, çöpünü yere ya da denize atıyorsan, çocuğunun düzgün bir insan olmasını nasıl beklersin? Çocuğun düzgün olmazsa gelecek nesiller nasıl düzgün olsun?

Melis Zararsız