Bisiklete Binmeyi Öğreniyorum

Başlık şaşırttı mı? Şu an 39 yaşımdayım ve evet, bisiklete binmeyi öğreniyorum.

Tamam, en baştan başlayalım.

Babam çocukluğunu çok da istediği gibi yaşayabilmiş biri değil. Örneğin bir bisikleti olmamış, ailesi ona bisiklet alamamış. 19 yaşında baba olan babam ise, küçük yaşına rağmen kendi yaşayamadıklarını çocuğuna yaşatma duygusu içinde yer etmiş olsa gerek, çok güzel duygularla, ben daha 5-6 yaşlarındayken bana bir bisiklet almış. Ama ne bisiklet! Herhalde 18 yaş ve üstünün binebileceği boyda ve ağırlıkta, sapsarı bir BMX bisiklet. Bir hevesle de beni sahile götürüp bindiriyorlar üstüne, atın üstüne koyar gibi koyuyorlar, ben de düşünce, o heyecanla bir de üzülüp agresif tavırlar sergiliyor ailem, hatırlıyorum. O gün bugün bisiklete binmedim ben.

Aslında hikayenin buraya kadarki kısmında bile bir kıssadan hisse durumu var diye düşünüyorum; biz insanlar ailelerimizden birtakım davranışlar görerek, bunlara maruz kalarak büyüyoruz ve bu davranışlar bizi etkiliyor. Örneğin bir davranış eksikse, biz bunu kendi çocuğumuza fazla fazla vermeye çalışıyoruz, ya da bazı durumlarda tam tersi belki ve örnekler çoğaltılabilir. Halbuki bizim çok iyi niyetle yapmış olduğumuz bu tarz bir hareket de karşımızda, bizim geçmişimizden tamamen bağımsız olarak büyümekte olan çocuğumuza iyi gelmeyebiliyor. Belki de atalarımıza kadar bu tarz döngülerle sürüp giden bir aile yapımız olabilir ve şahsen bunun çocuk sahibi olan ailelerin dikkat etmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.

Gelelim bugüne. Bu yaşıma kadar bisiklete binemediğim için hep üzüldüm, hep imrendim binen insanları gördüğümde. En sevdiğim şehirlerden biri olan Amsterdam’a gittiğimde neredeyse üzüntümden ağlıyordum, herkes bisiklete binerken ben onlara öylece bakıyordum. Bundan bir 10 yıl önce belki, arkadaşlarla bir Pazar Büyükada’ya gelmiştik, hepsi bisiklet kiraladı, ben bilmediğim için bir arkadaşımla ikili bisikletlerden kiralamıştık ve yokuşlarda perişan olmuştuk, çok utanmıştım.

Blogumu takip edenler bilir, Ocak 2018’de Büyükada’ya yerleştim. Burası da Amsterdam gibi, bir bisiklet cenneti/kasabası. Bu yıl artık canıma tak etti, öğrenecek ve edinecektim bir bisiklet. Fakat bir arkadaşımın bisikletin selesinden tutup da bana öğretmeye çalışması fikri aklıma bir türlü yatmıyordu. Beş dakikada öğrenilecek bir şey değildi tahminimce ve kimin o kadar sabrı olabilirdi ki? Benim bile olmayabilirdi, biraz denedikten sonra of yapamıyorum, boşver, gel şurada bir kahve içelim, diyerek vazgeçmem an meselesi olurdu.

Aklıma geldi, keşke dedim, profesyonel olarak bunun dersini veren birileri olsa. Vee işte sürpriz geliyor: VARMIŞ!

İnternetteki aramalarım sonucu tanıştım bostancibisiklet.com ile. Web sitelerinde şöyle anlatmışlar: Kursumuzda yaş sınırlamamız yok, tek şart “öğrenmeyi istemek”tir. Öğrencilerimizin çocuk/yetişkin oranı kabaca yarı yarıyadır. 4,5 yaşından 73 yaşına kadar öğrencilerimiz oldu.  En büyük çoğunluğu 7-12 yaş ve 30-50 yaş arası oluşturuyor.

Bu bana aşırı mutluluk verdi, kendimi yalnız hissetmedim. Hemen iletişime geçtim. Bazı arkadaşlarım epey güldü, o parayı bana ver, ben sana öğretirim, bisikletin de profesyonel dersi mi olurmuş, dediler. Çocukken nasıl öğrendiğini bile hatırlamayıp hayatı boyunca bisiklete kolaylıkla binmiş bir insan için bu kadar “basit” bir şeyin dersini almak, buna para vermek çok anlamsız gelebilir. Fakat bisiklete binme konusunda sıfır olan birine bisiklete binmeyi öğretmek, öyle arkadaş arasında, iki sele tutup, iki arkasından bakarak olacak iş değil-di içimden gelen sese göre. Gerçekten de öyle olmadığını gördüm.

Mesut hocanın muhteşem sabrı ile 4 saat eğitim aldım ve ancak son saatte pedal çevirerek, kendi kendime bisiklet sürebilir olmuştum. İlk iki saat pedalsız, sadece denge üzerine çalıştık. Son iki saat pedallı çalıştık ve yine de bedenim bir şekilde düşmekten korkuyor, ayaklarım yere basmaya çalışarak beni düşmekten korumaya çalışıyordu ve bu kısım çok uzun sürdü, büyük bir sabır gerekiyordu o halimle uğraşmak için ve bu da Mesut hocada vardı. Ben de tanımadığım bir insanla, açıkçası parasını da vererek bu işe zaman ayırmış olduğum için pes etmiyordum, “ay yapamayacağım galiba, boşverin oturup sohbet edelim” diyecek halim yoktu.

Şu an bisikletin mantığını kavramış durumdayım. Pedal çevirerek kendi kendime bisikleti sürebiliyorum, ama arada yine korkup kendi kendimi sabote ediyorum,  ayaklarım yere basarak bir şekilde fren görevi üstlenerek beni korumaya çalışıyorlar “bilinmeyenden”.  Beynimin anladığını, kalbimin istediğini dinlemeyen, söz geçiremediğim bir “ben” ile mücadele halindeyim bisiklet öğrenirken. Aslında bu süperego bence. Yapamazsın, dikkat et, düşeceksin, ben seni korurum, boşver yapmayalım, bırakalım, devam etmeyelim diye beni sabote eden iç sesimle mücadele halindeyim.

Bisiklete binmenin duygusu, muhteşem bir özgürlük duygusu, al yanına denizi, ağaçları, kuşları, özgürce uç tekerleklerin üzerinde. Bu duyguyu o kısacık anlarda bile hissettim, kimbilir bu işi tamamen öğrenip dağ bayır dolaştığımda, hızlanabildiğimde ne duygular hissedeceğim. Ama bisiklete binmeyi öğrenmek, bu yaştan sonra öğrenmeye kalkmak ve üstüne gitmek, üzerine üstlük beni dinlemeden beni benden korumaya çalışan, bana inanmayıp beni sabote eden iç sesimle karşılaşmak ve onunla mücadele etmek adına da bana farklı öğretiler kazandırıyor şu an, bunu hissediyorum.

Hiçbir şey için geç sayılmaz, yapmak istediğimiz, deneyimlemek istediğimiz ne varsa orada bizi bekliyor, hiç uğraşamam demek de bir seçim, uğraşırken karşınıza çıkacak zorluklara çok bozulup vazgeçmek de bir seçim, üzerine gidip hayatınıza katmak da.  Ben üzerine gitmeyi seçiyorum, 40 yaşımda zevkle, mutlulukla bisiklete binen bir kadın olmayı seçiyorum.

Senin yapmak isteyip de artık benden geçti diye düşündüğün bir konu var mı? Benimle paylaşırsan çok sevinirim.