Sizinle bir önceki postta paylaştığım güzel haber, yani başlayan o güzel derslerden sonra ben de kendi öğrencilerimle olan meditasyon dersime döndüm bu Pazar.
Zeynep hocanın anlattıklarından paylaştım biraz, mesela bedenin bilgeliğinden. Psikoterapist eşiyle birlikte anlattılar, dediler ki, zihni, beyni yeterince geliştirdik, yeter, artık bedene inme zamanı, bedenin bilgeliğine güvenme ve bedendeki duyumları geliştirme zamanı.
Derste bir de telomerlerimizden bahsettim. Evet evet, telomerler. Tamam, ben de ilk kez duydum bu kelimeyi: DNA hücrelerimizin öz parçacıkları bunlar. Okuduğum bilimsel makaleye göre, insanda hücre yaşlanmasının en önemli nedenlerinden biri kısalan telomerlermiş. Evet bu meretler uzayabiliyor, kısalabiliyor. Uzadıkça ömrümüz uzuyor, kısaldıkça….
Araştırma sonucunda bu telomerlerin kısalmalarının sadece genetik kodumuzla ilgili olmadığı, telomerlerin bizi dinlediği ortaya çıkmış. Ne kadar kaliteli bir yaşam sürüyorsak o kadar uzuyor bunlar, ne kadar olumsuz konuşursak kendimizle, o kadar kısalıyor. Sağlıklı olmanın temel kurallarından biri, sağlıklı hücre yenilenmesini sağlamak için kendimize iyi davranmak, bu kadar basit!
Veee, biraz da olumlama meditasyonu yapmayalım mı bu kadar veriden sonra dedik ve gözleri kapadık. Verdiğim olumlamaları podcast’e de ekledim, buyurunuz:
Neredeyse iki aydır Korona virüsü sebebiyle evlerimizden çıkmıyor, daha önce yaşamadığımız kısıtlamalarla dolu bir yaşam sürüyoruz. Bazı kolaylamalar, normalleşmeler olacağı söylense de, hastalığın ilacı bulunmadığı ölçüde tehlikedeyiz ve dikkatli olmalıyız. Önümüzde tedbiri elden bırakmayacağımız bir yıl varmış gibi gözüküyor.
Daha önce de biraz yazmıştım, zaten her yerde de konuşuluyor. Konunun çok fazla boyutu var. Sağlık en önemli kısmı. Sağlığımızı korumamız her şeyden önce geliyor. Ancak bunun da bağlantılı olduğu başka konular var şüphesiz. Ekonomik durumumuz ve psikolojik durumumuz, sağlığımızı korumamızdan çok da bağımsız değil. Sağlık ekonomiyi, ekonomi sağlığı, bunların yokluğu, eksikliği ya da endişesi psikolojik durumumuzu, ruh durumumuz da yine sağlığımızı etkiliyor. En zengininden en fakirine, en gencinden en yaşlısına, farklı farklı zorluklarını yaşıyoruz hayatın şu an. Çalışmak zorunda olan, çalışamayan… Kimse birbirinden daha şanssız ya da şanslı değil.
Ancak bunu da atlatacağız elbet. Uzun da sürse, sonu gelecek, her şey değişir, gelişir, devinir, evrilir, biter, yenilenir, başkalaşır. İçinden geçerken bu anlaşılmaz ancak geriye dönüp bakacağımız günler de gelecek.
Dikkat etmemiz gereken şeyler hijyen, sosyal mesafe, sağlıklı beslenme, egzersiz, bol su, yeterli uyku, ruh durumunu dengede tutabilmek için birtakım çalışmalar.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, teknoloji, şu dönemin en önemli hediyesi bize bence. Alışveriş yapabiliyor olmamız, işlerimizi halledebiliyor olmamız, görüntülü toplantılar yapabiliyor olmamız, bilgili ve eğlenceli içeriklere ulaşabiliyor olmamız, eğitim alabiliyor olmamız çok büyük avantajlar.
Bildiğiniz gibi bir süredir meditasyon dersleri alıyor, bir süredir de meditasyon dersleri veriyorum:) İkisi de korona karantinasından beri internet ortamından devam edebiliyor çok şükür. Daha sonra adalaryoga olarak sevgili Gülfiye hocamın yoga dersleri de online olarak başladı, bu çok büyük bir avantaj çünkü evlere kapandığımız bu dönemde bedenimizi hem hareket ettirmek hem esnetmek hem de rahatlatmak çok önemli.
Ben bir süredir yin yoga eğitmenliği eğitimi almak istiyordum. Bunu almak istememdeki sebep yin yoga pratiklerini meditasyon derslerime katmak istememdi. Bilindiği gibi meditasyon bedenin hareket etmediği bir deneyim. Ayakta da olsan, oturuyor da olsan, yatar pozisyonda da olsan, hareket etmiyorsun, çoğunlukla gözlerin kapalı ve nefesine, bedenine odaklanıp anın tadını çıkarıyorsun, zihnini dinlendiriyorsun meditasyonda. Ayrıca en aktif yoga çalışmalarının bile başında ve sonunda minik meditasyon uygulamaları yapılıyor. Ancak istek sadece meditasyon yapmak olduğunda, bedenin meditasyon için hazır olması da çok önemli. Bazen beş dakika, bazen ise saatlerce meditasyon için aynı duruşta kalabiliyoruz, bu da zor olabiliyor. İşte yin yoga burada devreye giriyor. Yin Yoga, yoğun bir poz değişikliği ve çok fazla hareketle değil, zihni meşgul edecek kadar yeterli hareket ve esasen içsel fiziksel duygu deneyimindeki değişimle kendisini kısa süreli meditasyon serisi gibi hissettirebilecek bir yoga çeşidi. Yin Yoga sessiz bir uygulama, çoğunlukla yerde yapılıyor ve pozlarda ya çok az kas gücü kullanılıyor ya da hiç. Bununla birlikte bedeni zorlayan pozlar yok mu, muhakkak var. Çünkü pozlarda uzun süre kalınıyor. Pozlarda uzun süreli kalmak da hem kemiklere yakın bölümü ve bağ dokuları etkileyerek bedendeki etkisinin daha derinlere yayılmasını sağlıyor, hem de duygusal olarak sizi bir yolculuğa çıkarıyor. Pozun içindeyken dikkati bütün bedene yönlendirerek bedendeki duyguları fark ediyoruz ve beden içinde sıkışık kalmış duygular çözülebiliyor. Pozlarda hareketsiz kalarak farkındalığın derinleşmesiyle meditatif zihne ulaşabiliyoruz. Böylelikle benim düşüncem de meditasyon uygulaması yaptırdığım arkadaşlara öncesinde hafif bir yin yoga çalışması yaptırarak meditasyona geçmelerinin daha hoş olabileceğiydi ve bu sebeple yin yoga eğitmenliği eğitimi almayı çok istiyordum.
Ancak bunun için hem belirli bir bütçe, hem de belirli bir zaman ayırmam gerekiyordu.
Ve çok şükür ki, şöyle bir gelişme oldu. Çok başarılı ve çok deneyimli bir yoga eğitmeni olan Zeynep Aksoy, yin yoga ve mindfulness eğitmenliği eğitimini online olarak ve bağış yöntemiyle vermeye karar verdi.
Kendisine ne kadar teşekkür etsem az. Hem bütçe hem zaman ayırabileceğim, bundan daha iyi nasıl bir dönem olabilirdi kimbilir?
Altı ay sürecek bu eğitimde neler mi öğreneceğim:
David Cornwell’in Oxford Universitesi eğitimlerinden, travma terapi bilgileri, zihnin modları, Polyvegal Teori ve sinir sistemi işleyişi, pratiklerin zihni ve sinir sistemini nasıl etkilediği, doğru nefes’ kavramı, nefes sürecinde olanları ve dahil olan kasları inceleme, farklı nefes teknikleri ve günndelik olarak pratik yapılması, Fasya’nın bütünsel sistem olarak bedendeki önemi (kas ve iç organları saran veya bağlayan bağ doku, çok yeni bir keşif tıp ve anatomi dünyasında.) Bedenimizi nasıl algıladığımızı dönüştüren bilgiler, hareketin kaynağı, duruş bozukluğunun sebepleri, mindfulness ile duruş nasıl dönüşebilir, yoganın interosepsiyon ve propriyosepsiyon ile öğretme farkları, ayak sağlığı, ayak, diz ve kalça anatomisi, bacak kasları ve eklemlerini etkileyen pozlar, karşılaştırmalı anatomi, Yin Yoga Pozları, Omurga ve omuriliği anatomisi, karşılaştırmalı anatomi, Kol ve Omuz anatomisi, yoga akışları, Omuz Duruşu, Urdvha Danurasana ve Arketip Pozları inceleme, Nefes Çalışmaları ve Meditasyon ile beraber bütünsel bir yoga dersi oluşturma, Güneşe Selam, Aya Selam, Paul ve Suzi Grilley’in Tao Vinyasa Akışları, Ders Verme Sanatı, Yaşam Haritaları: Yoga Felsefesi, İntegral Teori. Bhagavad Gita’nın önemli kavramları, Yoganın kısa tarihi, bugünkü yaşamımıza nasıl entegre olacağı, Josepsh Campbell’İn Chakra sistemi açıklaması.
Bu muhteşem eğitim bu haftasonu başlıyor. O kadar heyecanlıyım ki. Şükürler olsun. Şu dönemi bu eğitimler sayesinde çok verimli kullanacağımı hissedeceğim için çok mutluyum. Öğreneceklerimi uygulamak ve aktarmak için de sabırsızlanacağım şüphesiz. Bundan daha iyi nasıl olur?
Beni çok heyecanlandıran ve mutlu eden bu haberi sizlerle paylaşmak istedim.
Benim bu eğitimlerim devam ederken, yaşam koçluğuna, sağlıklı yaşam koçluğuna ya da meditasyon derslerine ihtiyaç duyarsan lütfen benimle iletişime geç. Zaman kendimize yatırım yapmanın, ruhumuza ve bedenimize iyi bakmanın zamanı, lütfen kendine yatırım yap, bunu bir lüks olarak görme, bedenimiz, ruh durumumuz, zihnimiz, beynimiz sağlıklı olacak ki, yaşadığımız şu zor günlerden hasarsız ya da en az hasarla çıkalım. Ben bu konuda hem kendime hem de sizlere destek olabilmek için kendimi geliştirebilmek adına elimden geleni yapıyorum ve sizlerle gelişmeleri buradan paylaşıyor olacağım. Sevgiler.
14 Mart itibariyle hmm artık ciddi ciddi evde kalıyormuşuz dedim ve bugün 20 Nisan. Korona karantinası, ismine yakışan 50. gününe geliyor ve belli ki geçecek………………
Neyse, podcast ses kayıtlarım devam ediyor, konuya orada değindim zaten, dinlemek ve sonunda da 15 dakikalık bir meditasyon yapmak isterseniz, buyurunuz:
11 Nisan 2020 Cumartesi 13:00 için kimselere söz verme.
Instagram’da @adalaryoga ve de @zararsiz_yasam hesaplarını takip et, canlı yayında yoga eğitmeni Gülfiye Özcan Alp ile korona günlerinde yoga&meditasyonun faydalarını konuşacağımız sohbetimizi kaçırma! Canlı yayında sorularını da sor, mümkün mertebe yanıtlayalım.
Sağlıklı yaşamla, meditasyonla ve benzer disiplinlerle ilgiliysen, karşına özellikle son zamanlarda çok fazla çıkmakta olan bir tanım şüphesiz: Mindfulness.
Nedir bu mindfulness dendiğinde de genelde “bilinçli farkındalık” şeklinde açıklanıyor, dilimize çevriliyor. Buna tepkiler de, bilinçsiz farkındalık mı olur ki, gibi oluyor. Şahsi fikrim şu, yaşanan deneyimin içinde ne kadar bilinçli olduğumuz esas konu olduğundan, bilinçli olmanın altı çizilsin diye böyle bir çeviriye başvurulmuş olabilir.
Ben nacizane, bazı okumalarda da karşıma çıkan, “nazik bir dikkat” ifadesini daha açıklayıcı buluyorum mindfulness için. Ancak bu da tam olarak yeterli olmayabiliyor tabii derin manasını kavramak için. O zaman yerim varken burada açıklayayım kendi kelimelerimle.
Hayatta çoğu zaman otomatik pilotta yaşıyoruz. Ne demek bu? Sabah kalkıyoruz, otomatik olarak banyoya gidiyoruz, ihtiyacımızı gideriyoruz, elimizi yüzümüzü yıkıyoruz, oradan mutfağa, kahvaltı, sonra diş fırçalama, giyinme, evden çıkma vs. Bunları yaparken ne yaptığımızın ne kadar farkındayız? Genelde zihin hep bir yerlerde. Ya geçmişle ilgili bir düşünceye takılmış durumda, ya gelecekle ilgili… Ya hala çok uykumuz olduğunu, işe gitmek istemediğimizi, keşke biraz daha uyuyabilseydik’leri, ya da evden çıktıktan sonra otobüsü kaçırmasak bari’leri, iş yerinde bugün neler olacağını düşünüyoruz. O anda yaptığımız diş fırçalama, kahvaltıda yediğimiz zeytinin tadı ve aslında sağlıklı bir güne uyanmış olduğumuzun şükrü kesinlikle ilgi alanımıza girmiyor, otomatik bir şekilde, neredeyse bir robot gibi, gerekenleri yapıp evden çıkıyoruz. Ofise varana kadar hangi yollardan geçtiğimizin de çok farkında değiliz, öyle değil mi? Ya da aç mıyız, sırtımız mı ağrıyor? Kendimize, bedenimize de çok kulak vermiyoruz. Ve gün bu şekilde devam ediyor, uzatmaya gerek yok.
Dikkatimiz dağınık, zihnimiz bulanık. Elbette sebeplerimiz var, modern şehir yaşamı, yoğun tempo, yetişememek gibi. Ancak bunların hiçbiri anda ne yapıyor olduğumuzun farkında olabileceğimiz gerçeğini değiştirmiyor ve buna engel değil.
İçinde bulunduğumuz anda, çevremizde olup bitene – sesler, görüntüler, kokular, hava… – ve bizde olup bitene – somut hareketlerimiz, bedenimiz ve duygu durumumuz – dikkat edebiliriz. O zaman da fark etmeye başlarız bir şeyleri.
Dikkat, biraz sivri bir sözcük gibi gelir bana. Dikkat et! uyarısı can sıkar aslında. Dikkatimizi odaklamak, dikkat kesilmek gerekiyorsa, bunun için hoşlanmadığımız bir çaba sarfederiz genelde. “Nazik” bir dikkat deme sebebim buydu.
Meditasyon yapanlar bilirler, meditasyon anında gözlerimiz kapalı, nefesimize odaklanmışken zihnimiz mutlaka bir yerlere kaçar. Nefesimizi takip etmeyi ya da anda kalmayı unutup, meditasyon bitince yapacağımız yemeği ya da meditasyona oturmadan önce yaptığımız telefon konuşmasını düşünürken buluruz kendimizi. Böyle durumlarda zihnimizin bir yerlere gittiğini fark etmemiz, bununla savaşmadan, kendimizi yargılamadan, o düşünceyi bir bulutmuş gibi gönderip nazikçe nefesimize odaklanmaya geri dönmemiz önerilir. İşte mindfulness. Bunu sadece meditasyon esnasında yapmamız gerekmiyor. Yaşadığımız her an kıymetli. Yediğimiz yemeğin hakkını vermemiz çok güzel olmaz mı, belki on beş dakika sürecek bir yemek esnasında başka hiçbir şeyle ilgilenmemek, cep telefonu, televizyon, gazete, müzik gibi bir dış etkenle onu bölmemek, sadece yemek yiyor olmak ve o yemeğin tadını, kokusunu, bize hissettirdiklerini fark etmek, zihnimizi sadece onunla meşgul etmek. Dikkati yemeğe vermek. Müzik dinliyorsak, sadece müzik dinleyerek, o esnada ödevimizi yapmadan, başkasıyla konuşmadan, evi toplamadan, oturarak, ya da belki dans ederek, sadece müziğin notalarına, temposuna, bizde hissettirdiklerine odaklanmak, kendini bırakmak… Dişlerimizi fırçalıyorsak macunun tadını sevip sevmediğimizi düşünmek, dişlerimizi incelemek aynada, diş etlerimiz acıyorsa, kanıyorsa, ya da tam tersi sağlıklıysa, güzelce parıldıyorsa bunu fark etmek. Aynadaki sana gülümsemek, belki bir göz kırpmak. Dışarıda hava güzelse yürüyüş esnasında etraftaki detayları fark edip şükretmek.
İşte mindfulness. İşte bilinçli farkındalık, nazik dikkat. Bu dikkati kendi nefesine, kendi bedenine ve o anda deneyimlediğin dış etmene vermek sadece. Bunu hayatımızda bir disiplin haline getirebilmek için düzenli olarak meditasyona zaman ayırabilirsin. Daha sonra tüm hayatına yayarsın. Fena mı olur?
Bir gece saat 04:00 gibi uykum kaçtı. Twitter’da gezinirken SUSAMAM’a rastladım. O günüm o saatte başlamış oldu, uykuya geri dönmem artık mümkün değildi.
Ben kimim? Herhangi bir vatandaş. 40 yaşındayım. Çocukken
piyano eğitimi aldırmış ailem sağolsun, kulağım vardır, sesim de fena değildir,
arkadaşlarla birkaç stüdyo ve sahne denemem oldu. İlk dövmem müzik notasıdır,
kültür sanat alanında çalıştım hep, özellikle de sinema alanında ama bana
sorarsan insan her türlü sanat dalı olmadan yaşayabilir, müziksiz eksik kalır.
Sinema konusunda gazetecilik, içerik editörlüğü yapıyorum
uzun sürelerdir. Müzik gruplarına menajerlik yaptığım da oldu, klip çekme denemem
de. Bunları yazma sebebim, SUSAMAM’a dair duygu ve düşüncelerimi okurken biraz
nerelerde gezinmişim fikir edinmen. Müzik konusunda bir uzman değilim ama
müzikten hiç anlamayan biri de değilim.
SUSAMAM, uzun süredir dinlediğim en vurucu müzik eseri.
Evet, politik ve muhalif bir eser. Son
dönemde toplum olarak yaşadığımız pek çok can sıkıcı konuyla ilgili sağlam bir
manifesto denebilir.
Rap müziği genelde muhaliftir. Hızlı ritmle söylenen sözlere sahiptir tüm rap şarkıları. R harfi ritmden P harfi ise poem’den yani şiirden gelir. Susamam bu bağlamda diğer rap şarkılarından farklı değil. Ritmik şiirlerden oluşuyor çoğunlukla, bazı yerlerde şiir gibi okumaların dışında şarkı şeklinde melodik bölümler de mevcut.
Diğer rap şarkılarından en büyük farkı uzunluğu aslında. Hatta diğer tüm şarkılardan farkı diyebiliriz. Elbette örnekler var ama alışık olduğumuz şarkılar 3-5 dakika olduğu için 15 dakikalık bir rap şarkısına alışık değiliz, kabul.
Farklı müzisyenlerle biraraya gelinmiş, farklı konseptler
oluşturulmuş, farklı temalar belirlenmiş, farklı konulara değişik müzikler,
sözler yazılmış, bir kolaj elde edilmiş. Ancak bu, işin çorbaya dönmüş olması
anlamına gelmiyor, bu da mümkündü ama aksine başından sonuna zaten genel bir
duruş ve bu duruşun getirdiği bir düzen hakim olmuş parçaya. Geçişler oldukça
profesyonel biçimde oluşturulmuş.
Sıkıcı olduğunu, didaktik olduğunu, müzikal olmadığını ve
ritmsiz, duygusuz şekilde cümlelerin okunduğunu söyleyenler olmuş, bazı müzik
otoriteleri de, “aslında bu müzikal anlamda değerlendirilmemeli, didaktik gibi
görünmesi ve sıkıcı olması normal, bu daha çok bir manifesto ve çok vurucu
şeyler anlatılıyor, onlara odaklanmak lazım” demişler. Ben açıkçası buna
katılmıyorum. Sıkıcı mı? Siz ciddi misiniz? “Can sıkıcı” diyorsanız, o başka
bir şey, konular hepimizin canını acıtan konular, bu şekilde söylüyorsanız ne
ala, ben her seferinde gözyaşları içerisinde dinliyorum/izliyorum. Ama bahsedilen
sıkıcılık 15 dakika olmasından ve cümleler içermesinden (?) dolayı, gerçekten “sıkıldım,
akmıyor, dikkatim dağıldı” şeklinde bir sıkıcılıksa, özür dilerim ama bence
orada başka bir sorun var.
Çoğu rap şarkısında cümleler didaktik bir hava estirebilir, bu, bu müzik türünün tabiatından kaynaklanır. Ha bu arada, şarkının bazı bölümleri hiç didaktik değil ve yukarıda yazdığım gibi bazı bölümler bildiğimiz, alıştığımız “şarkı” tadında, örneğin Aspova: “Dünya, dönsün başım gibi, aklımı kaybederek, rüya, nefesim, iç sesim, düşerim derinlere” diyor, örneğin Miraç’ın bölümünün ilk kısmı, örneğin Mert Şenel’in bölümü: “Fırtınadan kopup giden dalların bir tanesiyim, fazla yol almış ve yıpranmış, içimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok, bazen evsiz bir çocuğun hikayesiyim” ve en önemlisi de Sarp’ın yani Şanışer’in nakaratı: “Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler, yenilir hiç olurum, farketmezler, susmam, susamam.” Deniz Tekin‘in o yürek dağlayan bölümü… Bu ve bu gibi kısımlar 15 dakikalık bir manifesto metnini diyelim hadi bütününe, o kadar başarılı şekilde yumuşatmış, kulağa hoş gelmesini sağlamış ve bir bütünlük yaratmış ki. Bu kısımlar sonradan dilime de dolandı mesela benim, melodisi de içimde döndü durdu.
Her gün iki kez dinleyip her dinlediğimde yeni bir mesaj
alıyorum ben bu şarkıdan kendi payıma. Daha sıkıldığımı hatırlamıyorum. Elbette
kişisel beğeniler, zevkler tartışılmaz, “ben beğenmedim kardeşim” diyip işin
içinden çıkabilirsiniz ve sonsuz saygı duyarım ancak “didaktik, müzikal değeri
yok, sıkıcı vs” dendiğinde de bu gördüklerimi söylemeden edemedim.
Gelelim işin politik ve sosyolojik kısmına. Başta hepimiz
bayıldık, bir olduk bu şarkıyı beğenmekte, son zamanlarda canımızı yakan, fark
ettiğimiz, tepki koymak istediğimiz, belki koyduğumuz, belki suskun olduğumuzu
farkettiğimiz o kadar çok meseleye değinmiş ki SUSAMAM, bin tane konuda bir
olduk.
Sonra Miraç maalesef çok talihsiz bir açıklama yaptı, şunlar
şunlar paylaşmasın dedi, şunlar bunlar oldu, bunlar onlar oldu, bu kez pek çok
insan tabii ki haklı olarak kırıldı, kızdı, üzüldü, şaşırdı. Şarkının savunduğu
özgürlüğe ve birliğe ters bir tutum oldu bu. Kişiyi bağlayan bir hataydı. Koskoca
bir şarkıya, projeye, emek veren onlarca insana mal edilmeye çalışıldı bu hata
ama neyse ki öyle olmadı. Sarp bir açıklama yapmak durumunda hissetti kendini,
çünkü hassas biri anladığım kadarıyla. Bu açıklamalardan ilkinde “lütfen şarkımızı hiçbir siyasi düşünceye
direkt karşı olarak etiketlemeyin” dedi.
İşte bu beni düşündürdü. İyi ki böyle dedi Sarp, bende bir ampul yandı. Sorunumuz bu bizim. Yeni neslin apolitik olmaması muhteşem, fakat politik olmak, mutlaka bir siyasi düşünceye körü körüne bağlı olup sen ben o biz siz onlar yapmak anlamına gelmiyor. Aslında içi çok boşaltılmış bir kelime olsa da kullanacağım, en basitiyle “duyarlı” olmak anlamına geliyor ve işte bunun altında ancak hepimiz birleşebiliriz. Kadın cinayetlerini durdurmak için yapılması gerekenler, yapılmayanlar, cezalar, kanunlar vs konusunda partiler, siyasetçiler, iktidar ya da muhalefet temsilcileri suçlanabilir, eleştirilebilir, fakat kadın cinayetlerini bizler işliyoruz. Çevre kirliliği konusunda devletin, ülkelerin, tüm dünyada başta olanların yapması gereken tonlarca şey var kabul. Ama çevreyi biz kirletiyoruz. Barınaklar yetersiz olabilir ama sokak hayvanlarına biz tecavüz ediyor, biz taş atıyoruz. Eğitim eşitliğini biz sömürüyoruz. Lütfen buradaki biz’i anlayın. Ben yapmıyorum ki kardeşim, diyip, işin içinden sıyrılmayın.
Geçtiğimiz günlerde Büyükada’da, depremle ilgili bir söyleşiye katıldım. Depremden zamanında adalar nasıl etkilenmiş, şimdi olsa nasıl etkilenir ve tüm İstanbul’u neler bekliyor, neler öngörülüyor, ne konularda yine eksiğiz, ne sıkıntılar var, hepsi konuşuldu. Olası bir depremde toplanma alanlarına AVM’lerin yapılmış olması, deprem için alınan vergilerin nereye gittiğinin belirsizliği ve pek çok bildiğimiz yanlışlar mevcut, evet. Fakat konuşmacılardan biri, tüm bu olan biten, olmayan ve bitmeyen konuları konuşup ah ah vah vahlanmak ve aynı şekilde evlerimize dağılmak yerine deprem çantamızı yapmamızı, deprem anında neler yapılması gerekir’le ilgili hazırlanmış eğitimlere katılmamız gerektiğini, mahalle toplulukları oluşturmamız gerektiğini, komşumuza nasıl yardım edebileceğimizi dahi öğrenmemiz gerektiğini söylediğinde şöyle bir sarsıldım.
Elbette eleştireceğiz, elbette hakkımızı savunacağız, istek ve ihtiyaçlarımızı dile getireceğiz. Fakat SUSAMAM’da da çoğunun işlenmiş olduğu bu konularda önce iş başa düşüyor gibi geliyor bana. Ve işte tam da orada birleşiyoruz, orada artık sen HDP’li misin, ben AKP’liyim, sen nasıl CHP’lisin konuları anlamsızlaşıyor. Hepimiz temiz bir çevre, mutlu ve sağlıklı hayvanlar, rant peşinde koşmayan müteahhitler, kadına saygı, üniversitelerde eşitlik vs vs istiyoruz. Bunların hepsi eğitimle mümkün. Eğitimse evde başlıyor. Eğitim sende başlıyor. İçinde. Sen eşine bağırıyor, çocuğunu itip kakıyorsan, onların yanında küfür ediyor, alkol alıyor, sorumsuzca araba kullanıyorsan, hayvanların canlı olduğunu unutuyorsan, izmaritini, çöpünü yere ya da denize atıyorsan, çocuğunun düzgün bir insan olmasını nasıl beklersin? Çocuğun düzgün olmazsa gelecek nesiller nasıl düzgün olsun?
Bildiğiniz gibi 2017’den beri çeşitli şehirlerde ve mekanlarda sağlıklı yaşama, sağlıklı beslenmeye dair söyleşiler düzenliyorum. Büyükada‘ya taşındığımdan beri burada genelde ilk mesleğimle ilgili olan sinemaya dair etkinlikler düzenledim. İlk kez Adalar Kültür Derneği‘nin katkılarıyla Büyükada’da da hep birlikte sağlıklı, bilinçli, bütüncül beslenmeyi konuşacağız, söyleşinin sonunda 3-4 dakikalık bir nefes/meditasyon çalışması yapacağız.
Söyleşi ücretsizdir ve katılımlara açıktır. 21:00-22:30 arası devam edecek olan etkinliğe İstanbul’dan da gelebilir, dönüş vapur ve motorlarına yetişebilirsiniz. Sağlıklı beslenmeyi ve sağlıklı yaşamı konuşacağımız bu söyleşinin size Büyükada havası aldırmasının da bünyenize iyi geleceğinden eminim 🙂
Yıllar önce Brené Brown‘un TED konuşması “The Power of Vulnerability” (Kırılganlığın, Açık Kalpli Olmanın Gücü – diyelim)’na denk gelmiştim ve çok etkilenmiştim. Birkaç hafta önce de yine kendisinin Netflix‘te “The Call to Courage” (Cesarete Çağrı) konuşmasına denk geldim ve geçtim kameranın karşısına adada, anlattım biraz sana 🙂
Meditasyon uygulayıcılığında ilerlemek, gelişmek için muhteşem bir meditasyon kursuna gidiyorum bir süredir, sizlerle de paylaşıyorum arada. Katıldığım son 8 haftalık kursun teması Saving The Earth isimli bir kitabın ışığında sürdürülebilir yaşamdı. Doğayla bağımız, dünyanın ne durumda olduğu, kaynakların ne ölçüde tükenmekte olduğu, kirliliğin, küresel iklim değişikliğinin, plastik atıkların, karbon kullanımının, vegan beslenmenin etkilerini ve bizim bireysel olarak neler yapabileceğimizi sekiz hafta boyunca enine boyuna konuştuk, çalıştık.
Meditasyonun son haftalarından birinde bir iş ilanı gözüme çarptı. Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Koordinatörünü arıyor.
2007’den beri sinema sektöründeyim. Hem içerik anlamında hem de festivaller anlamında oldukça deneyimliyim. 2017’den beri de bildiğiniz üzere yeni mesleğim koçluk ve en çok ilgilendiğim konu sağlıklı yaşam. Katıldığım meditasyon kursunun da sayesinde tam odağım önce kişisel sağlık sonra çevresel koşullar ve hepimizin sağlığı, dolayısıyla da sürdürülebilir bir yaşam olmaktayken, böyle bir festivalde görev almaktan daha güzel bir mucize olamazdı herhalde benim için.
Sürdürülebilir Yaşam TV‘den festivalde daha önce yer almış filmlerden bazılarını izleyebilir, bu sene 21-24 Kasım tarihlerinde yolunuz İstanbul Beyoğlu’na düşerse festival filmlerini de ücretsiz izleyebilirsiniz.