Şimdi Ekmek Yiyor muyuz Yoksa Yemiyor muyuz? Ekşi Mayalı Ekmek Ne Demek?

Biz Ekmekle Büyüdük

Çocukluğumuzdan itibaren ekmeğin faydalı bir şey olduğunu duyduk. Kahvaltılarda dilim dilim tükettik beyaz undan yapılmış beyaz ekmeği. Üzerine yağ sürdük, bal sürdük, peynir koyduk, zeytin koyduk, domates koyduk, sandviçler yaptık yedik. Öğlen ve akşam yemeklerinde ekmek yemezsek yemeğin bizi tutmayacağını söyledi hep annelerimiz. Pilav makarna gibi yiyecekler yiyorsak mümkün mertebe ekmek yemedik ama bazısı “ben pilav makarna mantı ile bile ekmek yerim” diye övündü durdu. Ekmek temel besin kaynağı olarak alışılagelmiş bir besin. Dinimizce de ekmeğe hep hürmet edilir.

Paket Ürünler

Paket ürünlerin arttığı ve bizim sorgulamadan, “yaşasın kolay tüketilen, çeşit anlamında zengin pek çok yeni ürün, haydı hepsini tüketelim” dediğimiz dönemde kepekli ekmek çıkageldi. Sonra tost ekmeği şeklinde çeşitli tahıllı ekmekler sofralarımızda yerini buldu. Kepekli ekmeğin daha az kalorili olduğu söylendi, tadını çok sevmesek de “diyet yapıyoruz” adı altında bu ekmeği tüketir olduk. Tahıllı ekmekler daha lezzetliydi, tost, sandviç de yapıyor, akşam yemeklerinde normal ekmeğin yerine de tüketiyorduk.

Sonra paket ürünlerin içindeki koruyucu maddeler konusu çıktı ortaya. Bir yandan da kepekli ekmeğin aslında çok da faydalı olmadığı, eksik bir besin olduğu tartışmaları çıktı.

Hiç mi Yemeyelim?

Geldiğimiz son nokta hiç ekmek tüketmemek ile tüketilecekse ekşi maya ile yapılmış ekmeği tüketmek noktası.

Şimdi gidelim en başa. Beyaz unla yapılan ekmeğin sorunu ne? Beyaz ekmek üretmek için buğday tanesinin vitamin ve minerallerden zengin olan “ruşeym” kısmı (tohum özü) ile koruyucu kalkanı “kepeği” ayrıştırılıyor. Buğdaydan geriye nişasta-karbonhidrat yüklü, posadan, vitamin ve mineralden fakirleşmiş kısmı kalıyor. Posa neredeyse hiç kalmıyor.  Yoğun rafinasyon işlemleri ile buğday öğütüldükçe öğütülüyor, nihayette un son derece küçük partiküller haline geliyor. Partikül çapı küçülünce beyaz un tıpkı rafine şeker gibi hızla emilip, kana aşırı hızlı biçimde giriyor. Sonuçta kan şekerinde ani dalgalanmalar, pankreastan aşırı insülin şarjları ve kanda önce hiperinsülinemi sonra da “insülin direnci” dediğimiz tablolar ortaya çıkıyor.  İnsülin direnci bir süre sonra fazla kilo ve obeziteye, şeker hastalığına, damar sertliğine, hipertansiyona davetiye çıkaran metabolik bir bozukluk.

Ayrıca ekmeklerin içine aşırı miktarda rafine tuz ve yumuşaklığını artırmak, raf ömrünü uzatmak amacıyla bizim için toksik olan birçok kimyasal madde ekleniyor.  Çok fazla olmasa da karbonhidrata ihtiyacımız var, nasıl yapacağız o zaman derseniz, doğal ve sağlıklı karbonhidratlar buğdayın kendisinde, bulgurda, fasulyede, mercimekte, sebzelerde, meyvelerde ve bütün kuruyemişlerde bulunuyor, illa ekmek yememiz gerekmiyor.

Gelelim ekmekteki mayaya. Mayalı ekmek yediğimiz zaman, sindirim kanallarımızı, maya ile bağırsaklarımızdaki mikroflora arasında geçen bir savaş alanına çeviriyormuşuz meğer . Kabızlık, şişkinlik ve sindirim sistemi hastalıkları, çoğu zaman maya kullanılarak yapılan ekmek ve benzeri rafine un ürünlerinin çok fazla tüketilmesi üzerine ortaya çıkıyor ne yazık ki.

Ekşi mayalı ekmeklerin glisemik indeksi düşük oluyor. Az yesek de doyuyoruz. Kan şekerimiz hızla yükselmiyor ve uzun süre tok kalıyoruz. Ekşi mayada pek çok aktif bakteri mantar kültürleri mevcut imiş, yani probiyotik özelliği var. Ekşi maya ile yapılmış ekmek çok geç bayatlıyor bu arada.  Ekşi mayalı ekmeğin bildirilen bir diğer önemli yararı ise ekşi maya içerisindeki “fitat” oluşumunun normal ekmek mayası ile hazırlanan ekmeğe göre yaklaşık yarı yarıya azalması. Fitat tam tahılın yanı sıra bakliyat, yemişler ve yemeklik tohum yağları içerisinde de bulunan ve besinlerin içindeki vücut için yararlı kalsiyum, demir, potasyum, magnezyum, mangan ve çinko gibi minerallere kuvvetle bağlanarak onların vücuda emilimini engelleyen bir madde imiş.

Gelelim tahılın kendisine.  Vitamin açısından zengin buğday özü,  “tam buğday” ekmeğinde bulunuyor. İçerdiği posa sayesinde midede tokluk hissi yaratan tam buğday ekmeği, kalori açısından da beyaz ekmeğe oranla daha az. Aynı zamanda içerdiği düşük glisemik indeks ile kan şekerini de dengeleyecek özellikte.

Ben en çok ekşi mayalı çavdar ekmeği tüketiyorum. Buğday unu ve çavdar ununun karıştırılarak üretildiği bu ekmek aslında tahıllar içindeki en koyu renkli, en çok çözünür lif içeren ve en doyurucu ekmek oluyor. Yine insülin direncini ve diyabet riskini azaltıcı bir özelliğe sahip.

Tam tahıllı ekmekler de, paket ürün değilse faydalı. Buğday unu, tam buğday unu ve bunların karışımına mısır, arpa, yulaf, çavdar, pirinç, darı gibi tahılların eklenmesiyle üretilen ekmek çeşidi, tam tahıllı oluyor. Tam tahıllı ekmek de sindirim problemlerine, kalp ve damar hastalıklarına iyi gelen sağlıklı ekmeklerden biri diyebiliriz.

Siyez unlu ekmekler de tercih edilebilir. Buğdayın en doğal hali olan siyez, buğday taş değirmenlerde çok fazla işlem görmeden, kabukları fazla ayıklanmadan elde edildiği için A , B ve E vitamininden zengindir. Mideden bağırsaklara geçişi hızlı olmadığı için de, düşük glisemik indekslidir ve kan şekerini yavaş yükseltir. Siyez bulguru da bulursanız kaçırmayın derim.

Son olarak glutene deyinelim. Gluten, başta buğday olmak üzere çavdar, arpa, yulaf gibi bazı tahıllarda bulunan bir protein grubudur. Gluten olmadan ekmek mayalanmaz ve kabarmaz. Bazı insanların glutene karşı özel bir hassasiyeti vardır. Çölyak hastası yani gluten alerjisi bulunan kişiler glutenli gıdaları sindiremez, zamanla ince bağırsaklarındaki besin emilimi bozulur.  Gluten alerjisi olduğu tespit edilen kişiler gluten içeren her tür gıdadan kesinlikle uzak durmalıdır. Alternatif glutensiz ürünler tercih etmelidir. Glutensiz ekmek üreten yerler de var, illa ekmek tüketilecekse ve gluten intoleransı varsa mutlaka bu ürünler aranmalı.

Ben İstanbul Halk Ekmek’in ekşi mayalı tam buğday ekmeğini beğeniyorum.  İstanbul Halk Ekmek’in glutensiz ürünleri de mevcut.

Bunun yanı sıra, başka postlarımda da belirttiğim 240derece.com ‘un ekmeklerinden de çok memnunum. En çok tükettiğim çavdar unu ve çavdar ekşi mayası kullandıkları ekmekleri.

 

En çok tükettiğim derken, kafalar karışmasın. Ben sabah kahvaltılarında bir dilim ekşi mayalı ekmek tüketiyorum. Gün içinde bir daha ekmek tüketmiyorum. Bazen kahvaltılarda da ekmek yerine çiğ ceviz ve iç badem tüketiyorum bir avuç. Ekmek çok tükettiğim bir besin değil ama hayatımdan tam olarak da çıkarmadım. Size de tavsiye edeceğim budur, sağlıklı bir yaşam için günde en fazla bir dilim yeterli olacaktır.

Umarım bu konudaki soru işaretlerini giderebilmişimdir. Afiyetler olsun.

Sağlıklı yaşam koçluğuna ihtiyaç duyduğunuzu düşünüyorsanız lütfen benimle iletişime geçin, birlikte güzel bir yol alalım.

Bu Kadar Diyet Arasından Hangisi “En Doğrusu”? Yaşam Koçu Melis Zararsız Cevap Veriyor: Hiçbiri!

 

13 Ocak’ta, Kozmos Yaşam Merkezi’ndeki ilk etkinliğime beklerim!

40’lı yaşlarıma yaklaşırken hayatıma bilinçli beslenme ile sporu, yani “sağlığı” kattığım, “ben asla yapamam” dediğim kalıplarımı kırabildiğim, hayat tarzım değiştikçe çevremden gözümdeki parıltıya dair pek çok geri bildirim aldığım noktada kendim için öğrendiklerimi daha doğru bir dille aktarabilmek için sağlıklı yaşam ve profesyonel koçluk eğitimleri almaya başladığım süreci paylaşacağım. Bu süreçte beslenmeye dair karşıma tıp dünyasının da içinde bulunduğu trilyonlarca tartışma, iddia, karşı tez çıktığından, pazarlaması yapılan onlarca diyetin kafa karıştırdığını farkettiğimden, sunumumla, bu diyetler neyi savunuyor, hangi diyet kime uygun, diyet yapmadan da kilo vermek mümkün mü, kısa süreli diyetler yerine sürekli sağlıklı ve bilinçli bir beslenme düzenine geçilebilir mi, kısaca bunları anlatacağım, ardından 10 dakikalık sade bir meditasyon ile gevşeyeceğiz ve sonunda da  şef arkadaşım Pelin Görpe ile birlikte mutfağa girerek kendi ellerimizle hazırlayacağımız sağlıklı atıştırmalar, çay kahve eşliğinde sohbetimizi sonlandıracağız.
Katılım sayısı sınırlı olacağından 5 Ocak 2018 tarihine kadar ön kayıt yaptırmanız gerekmektedir. 

Facebook etkinlik sayfası: https://www.facebook.com/events/1943607758987783/

Ön kayıt için : blossomel -at- gmail.com

Tarih: 13 Ocak 2018
Saat: 12:30 – 13:30
Ücret: 15 TL
Yer: Kozmos Yaşam Merkezi
http://www.meliszararsiz.com/
instagram: zararsiz_yasam
facebook: melisilezararsizyasam

Renkli mi Renkli, Leziz mi Leziz Balkabağı Çorbası Tarifi

Bugün ilk kez yapmama rağmen çok keyif aldığım, çok iyi sonuç aldığım ve artık mümkün mertebe tüketmek istediğim bir yemek tarifi paylaşmak istiyorum sizlerle. Balkabağı Çorbası!

Balkabağı Tatlı Değil mi Yahu?

Açıkçası balkabağı dendiğinde aklıma gelen şeyler, kabak tatlısı (bayılırım), Cadılar Bayramı sembolü (hikayesi burada var) ve o muhteşem turuncu rengiydi bu zamana kadar.  Bu meyvenin başka ne şekilde tüketilebileceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Pazarlarda hep görürüm ve rengi, şekli çok ilgimi çeker, doğa ne kadar güzel meyveler sunuyor bize diye adeta mutlu olurum fakat son zamanlarda sağlıklı yemek yapmak gündemimde olduğu için internette karşıma balkabağı ile yapılmış çok fazla tarif çıktı ve geçtiğimiz Pazartesi pazardan aldım birkaç dilim turuncu turuncu balkabağı.

Çorbasını Nasıl Yapıyoruz?

Bir buçuk dilim bal kabağını küçük parçalara böldüm ve fırın tepsisine yağlı kağıt koyarak bu parçaları yerleştirdim, tepsiyi 200 derecede önceden ısınmış fırına sürdüm ve yaklaşık 30 dakika pişirdim. (20 dakika sonra bir baktım yumuşaklığına, hafif sert kalanlar olmuştu, 10 dakika daha pişirince yumuşacık oldular.)

Bu arada balkabağı bu şekilde de çok lezzetli, üzerine azıcık bal ya da pekmez, biraz da ceviz koyup bu şekidle tüketebilirsiniz tatlı niyetine. Şerbetleşmiş şekerle saatlerce pişirmenize hiç gerek yok, kendi tadı kesinlikle yeterli.

Ama biz çorba yapacağız bugün. Fırından aldığım dilimler biraz ılınınca blender’a koydum hepsini, ve çok az laktozsuz süt ekledim içine. Çok çok az da su. Bir tutam toz tarçın ve toz zencefil de ekledikten sonra püre haline getirdim.  Bu püreyi küçük ve tatlı tencereme koydum, burada eğer fazla yoğun olduğunu düşünürseniz, yine su ekleyebilirsiniz, ben kıvamını yoğun seviyorum.

Isıttım ve afiyetle yedim.  Tatlı ve değişik bir çorba.

Başka?

Bu arada bebek maması olarak da çok sağlıklı bir tercih bu çorba, daha az su ile mama halinde bebeğinize yedirebilirsiniz.

İnternette patates, soğan, havuç gibi eklemeler yapan tariflere de rastladım.  Gerçi o tarifler fırında değil, tencerede pişirilerek yapılıyor. Belki tadını daha tuzlu kılmak için patates ve soğan farklı sonuçlar verebilir diye düşünüyorum, benim tarifim hem daha kolay ve hızlı, hem de gayet hafif ve sağlıklı.

Ne Kadar Sağlıklı?

İyi bir lif kaynağı olan balkabağı, hem kalp hem de bağırsak sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Yarım fincan bal kabağı 3 gramın üzerinde lif içeriyor. Yüksek oranda lif tüketimi kolesterol seviyesinin düşmesine, böylelikle kalp sağlığının korunmasında; bağırsak hareketliliğinin düzenlenmesi ile de kolon kanseri riskinde azalmada büyük bir role sahip. Lif tüketiminin artması ile tokluk süresi de uzuyor. Antioksidan kapasitesi en yüksek vitaminlerden biri olan beta karotenlerin ise en yüksek oranda bulunduğu besinlerden bir tanesi balkabağı. Beslenme ve Diyet Uzmanı, adaşım Melis Torluoğlu “100 gramında sadece 26 kalori bulunan balkabağının posadan oldukça zengin olması uzun süre tokluk sağlıyor, gereksiz enerji alımının önüne geçiyor ve kilo verme sürecinde destek oluyor” demiş.

Bal kabağı dilimlerini deepfreeze’de saklayabilirsiniz.

Afiyet olsun 🙂

Sağlıklı Yaşam Koçluğu Eğitimi

 

Blogumu ve sitemi takip edenleriniz zaten biliyor, bir süredir Sağlıklı Yaşam Koçluğu mesleğini oturtmak için gerekli eğitimlerin peşinden koşuyorum. Psikolog Erkan Çifte‘den bir koçluk eğitimi aldım. Sağlıklı yaşam ile ilgili de kendimi okumalarımla, katıldığım seminerlerle, yemek denemelerimle, spor, yoga, meditasyon çalışmalarımla eğitiyorum. Fakat bu konuda yetinemiyorum açıkçası, sağlıklı yaşam koçluğu için kaliteli bir eğitim almak istiyorum.

Gözüm Institute for Integrative Nutrition okulunda. Bütçe ayarlama aşamasındayım. Bunun için bir fon sayfası oluşturma fikri oluştu aslında. Fongogo sayfası oluşturduğunuzda buraya gelen fon destekleri boşa gitmiyor, fon desteği yapanlar, yaptıkları destek bedelinde bir hizmet alıyorlar. Ben bu konuyla ilgili bir video çekmiştim, fongogo sayfamı açabilmek için fakat uzun bulundu. Şimdi kısasını çekmem lazım yeniden, fakat konuyu blogumu okuyan siz sevgili okurlarıma da anlatabilmek adına bu videonun varlığı fena olmadı sanki 🙂

Fongogo sayfam açılana kadar sizi şöyle alalım 🙂

Edit: Fongogo sayfam nihayet yayında! Eğitimime destek olmak ve destek olduğunuz ölçüde benden koçluk almak isterseniz sizi şu linke alalım lütfen:  https://www.fongogo.com/Project/saglikli-yasam-koclugu-egitimi

Yeni videom ise burada:

Bu Haftasonu Assos’ta Nefes Yoga Kampı’nda Sağlıklı Beslenmeyi Konuşacağız!

Yoga eğitmeni sevgili Banu Özsoy ile Facebook’ta yoga kamplarını araştırırken tanıştım. Temmuz ayında bir Pazar sabahı Kuzguncuk’ta gerçekleşen yoga etkinliğine katılarak da kendisiyle birebir tanışmış oldum. Sevgili Banu’nun yoga stili oldukça yumuşak, sakin… Bana çok iyi geldi. Yoga sonrası birlikte Pulat Çiftliği adında çok güzel bir mekanda oturup kahvaltı ettik ve o esnada da sohbet ettik. Ben kendisine sağlıklı yaşam koçluğu serüvenimden bahsettim. Uzatmayayım, iletişimimiz sürdü ve sevgili Banu bana bir teklifle geldi: Assos Nefes Yoga kampında sağlıklı beslenmeye dair minik bir seminer vermeye ne dersin?

O kadar heyecanlandım ve mutlu oldum ki. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru insanla, doğru projeye imza atıyor olduğumuzu hissettim.

22 Eylül – 24 Eylül tarihlerinde, 2 gece 3 tam gün sürecek bu kampta bol bol çevre gezileri yapacağız. Sabahları, sessiz ve sakin bir ortamda yoga ve nefes seansları, otelin kendine ait iskelesinde güneş ve deniz, çevre gezileri, otel bahçesinde vejetaryen mutfak ikramları, beslenme sohbetleri ve daha nice etkinlikler olacak.

Kampımızda nefes teknikleri ile şifalanma, tarih, mitoloji sohbetleri, Sivananda Yoga: Pranayama (nefes çalışmaları), güneşe selam, asana uygulamaları, meditasyon, nefes ve çakra çalışması olacak.

Bu güzel kampta ben de Tanrım, Ne Çok Beslenme Şekli Var? Hangisini, Nasıl Seçeceğim? başlıklı bir konuşma yapacağım. Söyleşiyi daha sonra web sitemde paylaşacağım. Heyecan dorukta!

İç Piyasada Bulunan ve Tüketilen Gıdalara Güvenmiyoruz, Peki Çözüm Ne?

 

Ekmeğimizi paket ürün olarak alıyoruz, neden, tost haline getirilmiş, kesilmiş, çeşitlendirilmiş, kolay tüketiliyor, işimize geliyor. Ya o ekmek öyle kalsın diye içinde kullanılan katkı maddeleri?

Sütümüzü, peynirimizi, yoğurdumuzu da marketlerden, belli başlı markaların ürünlerinden tercih ediyoruz. Neden? Ulaşması kolay, lezzetli. Katkı maddeleri, boya maddeleri, şeker?

Abur cubur yemeyi seviyoruz. Yine belli başlı markaların ürünleri var. Nefis. Alıp hem kendimize, hem çocuğumuza yediriyoruz. Neden? Neden olmasın? Katkı maddeleri, boya maddeleri, şeker, ve sayamayacağımız pek çok sağlıksız içerik daha…

Meyve suları, gazlı içecekler, makarnalar, baklagiller, konserveler derken, ben ne yiyorum, ne içiyorum, bedenime neleri davet ediyorum diye sormaya başladı mı bir kez, artk geri dönüş yok ne yazık ki. Bile bile lades diyemiyor insan, çünkü konu sağlık. Yaşamak için sağlığımıza dikkat etmek bizim kendi sorumluluğumuz. Ne yapayım, marketlerde bunlar satılıyor demek ve o tarafı suçlamak bir çözüm değil. Alternatifler üretmeye bakmalıyız.

Bakın yakın zamanda yine bir haber okuduk. Habere göre

“Klorpirifos zehiri içeren bitki koruma ürünü kullanımını 80 bin tona çıkaran Türkiye’nin ihraç ettiği gıda ürünleri iade edilirken; iç piyasada satılarak sofralara taşınıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, her yıl 3 milyon kişi zirai ilaç zehirlenmesine maruz kalıyor. Her yıl en az 20 bin tarım işçisi de zirai ilaç uygulaması sebebiyle ölüyor. Bu ilaçların kullanımının tüketicilerde yarattığı hastalık ve ölüm vakalarının sayısal olarak tespitinin mümkün olmadığını belirten Özden Güngör, gıdalardaki kalıntıların vücutta biriktiğini söyledi.”

Peki ne yapacağız, ne yer ne içeriz dediğinizi duyar gibiyim. Uzun süredir paket ürün kullanmamaya çalışsam da bazen elimde olmadan kullanıyorum. Bazı şeylerin sonu yok, herşeyi evde yapmanız, her ürünün organiğini bulmanız ya da maddi olarak bunu karşılamanız her zaman mümkün olmayabiliyor.

Ben yine de paket ürün ve market ürünü meyve sebze alımımı minimuma indirdim, elimden geldiğince organik ve ilaçsız ürünlere ulaşmaya çalışıyorum. Sizlerle de kendi yöntemimi ve kaynaklarımı paylaşmak istedim.

Besin Etiketi Nedir, Nasıl Okunur?

– Herşeyden önce alışveriş yaparken paket gıdaların besin etiketlerini okumak konusunda kendimizi geliştirmeliyiz. Besin etiketi okumakla ilgili öğrendiklerimi ve dikkat ettiklerimi sıralayayım:

  • Çoğunlukla besin öğeleri etiketi ürünün 100 gramındaki değerlere göre yazılır, aldığınız ürünün gramajına bakarak ve hesap ederek ürün alın.
  • TSE damgası ve Tarım Bakanlığı onayı görmediğiniz bir ürünü veya üretici firma bilgileri etiketlerde olmayan ürünleri satın almayın.
  • Şeker eklenmiş ürünleri almamaya özen gösterin, alıyorsanız da şeker oranı az, lif oranı bol ürünleri tercih etmeye çalışın, 1 pakette 7 gramdan fazla lif içersin besin.
  • Mümkün mertebe paket süt almamaya, günlük çiğ süt bulmaya çalışın. Paket süt alacaksanız dikkat etmeniz gereken etiket okumalar:

Homojenize süt: Yağı ayrılmış olan sütün, pürüzsüz ve berrak yapıda olduğunu anlatan etikettir.
Pastorize süt: Çiğ süt ve yumurta gibi besinlerin içinde bulunabilecek zararlı mikroorganizmaların yüksek ısıda yok edildiğini anlatan ifadedir.
UHT süt: Besinin yüksek ısıda işlem görerek bütün mikroorganizmalardan arındırıldığını ve 3 ay süresince oda şartlarında kapalı olarak saklanabileceğini gösteren etikettir. Paket kapalıyken 35 derece altında bozulmaz,  buzdolabına girmeyebilir, fakat paketi açıldıktan sonra buzdolabında saklanmaları gerekmektedir. Cam şişeler yani pastörize sütler ise kesinlikle buzdolabında soğuk zincir korunması gerekmektedir. Bir gıdadaki ısım işlem derecesi ve süresi ne kadar fazlaysa o gıdadaki kayıp da o kadar fazladır.

  • Fenilalanin içerir/içermez: Fenilalanin, vücut tarafından üretilemediği için beslenme yoluyla alınması şart olan 9 aminoasitten biri imiş, pek çok hayvansal ve bitkisel kaynaklı besinin bileşiğinde bulunurmuş. Fenilalaninin vücutta kullanılmasını sağlayan bir enzimin bazı kişilerde kalıtsal olarak eksikliği görülürmüş ve bu durum fenilketonüri adı verilen, oldukça ender görülen bir hastalığa sebep oluryormuş, bu kişilerin fenilalanin içeren gıdalar tüketmemesi gerekiyor. Ayrıca tatlandırıcılarda bulunan fenilalanin, diyet ürünleri çok tüketince kaygı bozukluğu, baş ağrısı ve yüksek tansiyon gibi sıkıntılar yaratabiliyormuş. Bu yüzden yapay tatlandırıcı olan ürünleri kullanmayalım. Adı üstünde, yapay bir şey var içinde, vücudumuzun yapay hiçbir şeye ihtiyacı yok.
  • Besin etiketi okurken benzer ürünlerin içeriklerini karşılaştırmaya çalışın, bir markanın ürününde yağ oranı kaç, diğerinde kaç, tuz, şeker, protein, lif oranları oldukça değişken olabiliyor.
  • Gluten içerir/içermez: Buğdayda bulunan bir protein türü olan gluten, başta çölyak olmak üzere, bazı kişilerde bağırsak hassasiyetine yol açarak, sindirim ve emilim problemine neden olabiliyor. Glutenli ürünleri kullandığınızda benzer problem yaşıyorsanız doktorunuza danışın ve böyle bir hassasiyetiniz varsa glutensiz ürünlere yönelmeye bakın.
  • Laktoz içerir/laktozsuz: Süt ve süt ürünlerinde yer alan bir karbonhidrat olan süt şekeri laktoz, bazı kişilerde şişkinlik, gaz, ishal, kabızlık gibi rahatsızlıklara yol açabildiğinden kişilerin etiketteki bu ibareye dikkat etmesi gerekiyor. Mesela ben bunlardan biriyim ve İçim Süt ile Sek Süt’ün laktozsuz sütlerini içiyorum fakat bunlar da paket süt. Bu konuda ne yapacağımı henüz bilmiyorum açıkçası.
  • Glikoz: Mısır şurubudur, lütfen tercih etmeyin.
  • Yağlar: Mümkün mertebe hidrojene edilmiş ya da trans yağ ise içindeki, bu ürünü kullanmayın.
  • Tam Buğday: Ekmek ve benzeri ürünlerde işlenmiş buğday unu değil tam buğdayı tercih edin. İşlenmiş buğdaylı ekmeğin beyaz ekmekten bir farkı kalmaz.
  • Granül kahve almak yerine filtre kahveyi tercih edin. Evde filtre kahve makineniz yoksa french pressler de iş görüyor. Bir de yeni bir ürün keşfettim: One Fresh Cup: her zaman her yerde taze demlenmiş kahve içebilmek amacıyla düşünülmüş özel bir tasarım. Bu hafta sipariş edip deneyeceğim, sonuçları sizlerle paylaşırım. Yine 3rd wave denen kahvecilerden kahve satın almanızı öneririm.
  • Çayları da ot şeklinde alabilir, kendiniz demleyebilirsiniz. Demlik poşetler de çok sağlıklı değil.
  • Marketlerde alışveriş yapmaya gidiyorsanız, bez çantalarınızla gidebilir, poşet tüketimini aza indirgemede bir katkı sağlayabilirsiniz. Ben festival çantalarımı seve seve kullanıyorum, hem şık da oluyor doğrusu:)

-Gelelim market alışverişine, en temel ihtiyaçlara, ekmeğe, süte, yumurtaya, peynire.

Neyi Nereden Alacağız?

  • Ekmek: Ne kadar az tüketirsek o kadar iyi. Ne tüketeceğiz? Ekşi mayalı tam buğday, çavdar ekmeği. Nereden bulacağız? Benim kullandıklarım:

Alishiro,  240derece dilimli, Datça Murat Çiftliği

  • Yumurta: Ne kadar çok tüketirsek o kadar iyi. Hangi yumurtayı tüketeceğiz? Mümkünse organik. Nereden bulacağız? Benim kullandığım kendi mahalle bakkalımın yanısıra eskitadinda ve Datça Murat Çiftliği.
  • Süt: Ne çok, ne az. Haftada bir kaç gün bir bardak süt içmemiz ya da bazı smoothilerde, müslilerde kullanmamız yeterli. Hangi sütü tüketeceğiz? Benim en zorlandığım kısım bu çünkü laktoz intoleransım var. Fakat normalde duyduğum güvenilir organik sütler: Chisüt ve Yoncadan markaları.
  • Yoğurt: Mümkünse çiğ sütten evde kendimiz yapalım. Dışarıdan alacaksak yine Yoncadan markası imdadımıza yetişiyor. Yine duyduğum kadarıyla Elta Ada markası da organik yoğurt üretiyor ve satıyor.
  • Zeytinyağı: İki adresim var, biri Ulysses Zeytinyağı, bir diğeri eskitadinda. Bunlar yüksek kalitede üretilmiş, soğuk sıkım – erken hasat zeytinlerin yağları.
  • Hindistan Cevizi Yağı:  Biomini Organik Hindistan Cevizi Yağı kullanıyorum. Çarşambaları Selamiçeşme Özgürlük Parkı’ndaki organik pazarda buluyorum bunu.
  • Sebze Meyve:  Aslında arada Mopaş’tan alışveriş yapmak durumunda kaldığımı itiraf etmeliyim. Fakat Mopaş’ın sebze meyve reyonunun gördüğüm tüm marketler içinde en taze ve en temizlerini barındırdığını söylemeliyim. Yine de esas tercihimiz yine organik pazarlara ya da çiftliklere yönelmek olmalı, ben Çarşamba’ları Özgürlük Parkı’ndayım. Ayrıca İpek Hanım Çiftliği, Serente güzel sebze yolluyor diye duydum. İnternette ise karşıma Mutlu Sebzeler diye bir site çıktı, bir şans verilebilir belki.
  • Et: Organik et getiren kasaplar var, ailece kullandığımız Eren Et. Perşembe günleri organik tavuk getiriyor mesela. Yine internet araştırmalarımda karşıma çıkan Kekik Kasap‘ı da denemeyi düşünüyorum.

 

Canan Karatay‘ı hepiniz tanıyorsunuzdur. Bilgileri gerçekten engin. Fakat onun dediği kadar büyük bir dikkati maddi manevi nasıl gerçekleştirebiliriz gerçekten emin değilim. Biz yine de bilelim, yapabildiklerimizi hayata geçirelim derim. Karatay’ın notlarından kısa bir derleme:

Isparta’da çiftçilerle konuşmuş ve elma ağaçlarına senede 30 – 40 defa ilaçlama yapıldığını öğrenmiş.  “Tarım Bakanlığı böyle istiyor.” demişler. Avustralya’ya gitmiş. Orada çiftçiler tarım ilacı kullanımının yasak olduğunu, ilaç tespit edildiği an Avustralya’daki tarım bakanlığının anında üretimi kapatacağını söylemişler. Ayda bir geliyormuş devlet, mobil cihazlar ile anında analiz yapıyorlarmış.

Mera hayvanının kırmızı etini yememizin sağlıklı olduğunu söylüyor. Ucuz protein kaynağı olarak lanse edilen endüstriyel tavuğun besin değeri olarak koca bir sıfır olduğunu söylüyor. Sosis, salam gibi işlem görmüş etler tamamen kanserojendir diyor. Süt, gerçek ot yiyen hayvandan sağılmış olmalı diyor. Gerçek köy yumurtası bulacaksanız yiyin diyor. Deneme üretimi tavuk besi çiftliği yumurtaları bozuk  renkte olduğu için dükkanlarda, pazarlarda köy yumurtası diye satılıyor, kanmayın diyor.  Mercimek, kuru fasulye, bakliyat ithal olmamalı diyor. “Yerel ve endemik olmadığı sürece hastalık kaynağıdır.” diyor. hoca… Gemideki konteynerde üç ay geçiren bakliyat anormal biçimde ilaçlanarak taşınıyormuş. Bu bilgileri İpek Hanım Çiftliği sahibi Pınar Kaftanoğlu‘ndan öğrendim, Canan Karatay’ın notlarını bizlerle paylaşmış.

İşimiz zor; bütçemiz, mekanlar, zamanımız ve sabrımız el verdiği ölçüde dikkat edelim tüketimlerimize, çünkü sonunda kendimizin de çevremizin de yaşamı, sağlığı söz konusu. Kolay gelsin, afiyet olsun.

 

 

 

Yağ Yakımında HIIT ve Ketojenik Beslenme

Dün akşam ürünlerini Getir uygulamasında deneyip beğenip araştırmış olduğum Habit markasının kurucusu İlker Çağlayan‘ın Kanyon Joint Idea‘da gerçekleştirdiği birkaç saatlik bir seminerine katıldım. Başlık,  Bikini Beach Body ve Yağ Yakımında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar.

İlker Çağlayan, çocukluğundan beri spora ve sağlıklı yaşama bağlı biri olsa da yaptığı yanlışlarla kilo almış biriymiş. Daha sonra beslenme ve egzersiz şeklini değiştirerek six pack dediğimiz kaslara sahip, sağlıklı ve fit bir insana dönüşmüş. Bir süre Çin‘de yaşamış. Batı ve Doğu’yu sentezledim ve Habit’i kurdum diyor. Şu an kişisel antrenör, yoga eğitmeni, beslenme uzmanı olarak bir yandan da Habit markasını yönetiyor.

Seminerde aldığım notları burada paylaşmak istiyorum. Özetle İlker Çağlayan’ın önerisi haftada en az iki kez 30’ar dakika HIIT egzersizi ve ketojenik beslenme.

Sporla ilgili İlker Çağlayan ne doğada 1 saat yürüyüşün ne de spor salonlarında koşu bantlarında 1 saat cardio’nun yağ yakmada, kilo vermede etkili bir faydası olmadığını söylüyor. Yürüyüş elbette sağlıklı bir aktivitedir ama bir spor değildir diyor. Yani yürümeyin demiyor, bunun altını çizmek isterim. Ama spor yapıyor olmak değilmiş tempolu da olsa bir yürüyüş. Yeterli değilmiş yağ yakımı için ve sportif, fit bir beden için. Bunun yerine gün içinde 30 dakikalık egzersizler öneriyor. Bu egzersizlerin nabzınızı hızlandırması gerekiyor.  Burada HIIT devreye giriyor.  High Intensity Interval Training, yani yüksek yoğunluklu interval antrenman. Sprint, ağırlık, kick boks, crossfit, içinde plank, squat, şınav, dips, yoga hareketleri olan egzersizler gibi… Bu antrenmanlarda tüm vücut çalışıyor. Nabızda yükselmeler ve düşmeler oluyor. Düzenli yapmalı ve giderek performans artmalı diyor İlker Çağlayan. Yağ yakıcı ve kas yapıcı hormonlar devreye giriyor. Hormon çalışmazsa kaslar eriyormuş.

Dr. Doug McGuff’ın Body By Science diye bir kitabını önerdi Çağlayan. Kitabın yazarı haftada 12 dakika tüm vücudun çalıştığı bir egzersizin bile yetebileceğini ve sebeplerini anlatıyormuş.

HIIT’de vücut iki gün boyunca yağ yakmaya devam ediyormuş. Buna EPOC (excess post-exercise oxygen) EFFECT deniyor. Böyle olunca kaçamaklar da rahatlıyor beslenmede.

İlker Çağlayan sporda ve beslenmede bölgesel yağ yakımı diye bir şeyin olmadığını söylüyor. Önce genetik, sonra proporsiyonel olarak yağın nereden gittiği değişir diyor, ama belirli bir bölgedeki yağların da alkali doğal bir beslenme ve HIIT çalışmalarıyla yavaş da olsa mutlaka yakılacağını söylüyor.

Gelelim işin beslenme kısmına. Amerikan hükümeti tarafından empoze edilen ve amacın ilaç satmak olduğu, bize de dayatılmış bir beslenme piramidini hatırlatıyor Çağlayan. Bu piramitte %70 tahıl tüketmeliydik, sonra süt ürünleri, sebze meyve tüketiyorduk, en az ise yağ. Hal böyle olunca light ürünler piyasaya çıkmaya başladı. Yağı alınan ürün tatsız olunca da işin içine sağlıksız aromalar, tatlandırıcılar girdi. Kalori hesabı başladı. Spor arttı. 1970’lerden itibaren bu piramit hakimdi. Bu tarihten sonra Amerika’da obezite ve diyabet te arttı. İlaç satışları da aynı oranda arttı. Kolestrol arttı, karbonhidrat burada dominant besin oldu diyor.

Gerçek ise şu: sağlıklı yağlar ve aminoasitler temel besinlerimiz ve bunların dışarıdan alınması gerekiyor. Proteini vücut üretemez, dışardan gelmeli. Karbonhidrat ise temel ihtiyacımız değil. Karaciğer zaten glükoz üretebiliyor, beyin için de bunu salgılayabiliyor. Spor için de bu hata yapıldı, özellikle erkekler bol karbonhidrat tüketip saatlerce body building yapıp dışarıdan steroid alıp sağlıklarını bozdular. Mutant oldular, insan üstü varlıklar haline geldiler ama sağlıklarını kaybettiler.

Yağ yakmak için az yağ tüketmemiz gerektiği yanlış bir bilgi. Omega 3 ve Omega 6‘ya ihtiyacımız var.  Aminoasitler de proteinlerin yapıtaşı. Yağ, antioksidan içeriyor. Doğru hormonu salgılıyoruz yağ alınca, antikanserojen bir etkisi de var. Yağ tüketimi tokluk duygusu veriyor.  Süt, yumurta, balık, bunlardan aldıklarımız zaten vücutta depolanamıyor.

Bu arada bir protein kaynağı olarak Kinoa öneriliyor ama vegan değilseniz İlker Çağlayan kinoa’yı önermiyor, çünkü %15 proteinse %60 karbonhidrat içeren bu ürünün yerine proteini alabileceğimiz başka besinler var.

Ketojenik beslenelim diyor İlker Çağlayan. Vücut karbonhidrat bulamayınca yağ asitlerinden bozarak glukoz yerine keton cisimcikleri üretiyor olacak bu beslenme türünde. Vücudun para birimini değiştirdiğini düşünün diyor Çağlayan. Keton temiz bir yakıt vücudumuz için. Bu beslenme tarzı tümörleri küçültüyor. Enerji kaynağımız yağ olunca açlık krizi yaşamıyoruz.

Karbonhidrat kasta ve karaciğerde depolanır. Metabolizmayı bir ateş olarak düşünün diyor Çağlayan. Bir yerde samanlar var, yani karbonhidrat, sürekli ara öğünle harlamak durumundasınız ateşi. Öte yanda odun var yani yağ, ateşe bir odun atıyorsun, o sürekli yanmaya ve yakmaya devam ediyor, diyor. Bu yüzden 2 ya da 3 öğün yeterli hatta fazla bile diyor.

Ketojenik beslenmenin yaklaşık 4 aylık bir adaptasyon süreci varmış. Bu adaptasyondan sonra günde iki öğünle bile idare edebiliyorsun, üç de mümkün ama ara öğünlere ihtiyaç duymuyorsun. Vücut ketosis’e giriyor deniyor, tabiri bu. Bir nevi oruç tutuyor vücut güçlü bir şekilde. 8 saat içinde yemek yiyorsunuz, 16 saat ise (uyku dahil) oruçtasınız. Bu adaptasyondan sonra hibrid bir beslenme şekli mümkün diyor Çağlayan, çünkü vücut o zaman ketosise hızlı bir şekilde girip çıkabiliyor. Aylar süren çabalarınızı bir beslenme değişikliğiyle bozmuş olmuyorsunuz.

Ketojenik beslenmede %75 yağ tüketmeliyiz, %20 protein, %5 ise karbonhidrat. Bu sayede kandaki glukoz azalıyor.

Intermittent fasting denen bu tür beslenmede bu sekiz saati nasıl kullanacağınız da size kalmış. Genelde erkekler kahvaltıyı atlayabiliyorlarmış, “bir kahveyle idare ediyorum ben sabahları” diyor Çağlayan. Kadınlar ise kahvaltı edip akşam yemeğini erken çekmeyi tercih ediyorlarmış.

Ketojenik beslenmede neler tüketmeliyiz?

Yumurta, avokado, zeytin, kuzu eti, tavuk budu ya da kanadı, hindi budu, kuzu kaburga, ekmeksiz adana kebap (!), yağlı deniz balığı (uskumru, hamsi, lüfer, sardalya, istavrit), somon balığı, abartmamak koşuluyla ceviz ve badem. Hindistan cevizi yağı.

Örneğin, light bir yemek olsun, tavuk göğüs yiyeyim düşüncesi yanlış, et yağlı olmalı.

Ispanak, semizotu, pazı, kuşkonmaz, brokoli, karalahana, lahana, karnabahar, roka, salatalık, maydonoz, dereotu, mor lahana.

Yeşil, özellikle de koyu yeşil sebzeler ve salatalar sınırsız tüketilebilir. Sarı, kırmızı, mor gibi farklı renktekiler daha az olmak koşuluyla mutlaka tüketilmeli.

Proteini avuç içi kadar almalıyız.

Meyve yemiyoruz bu dört ay. Çok çaresiz kalırsak bir avuç yeşil erik ya da böğürtlen mümkün.

Ketojenik bir menü oluşturalım.

Kahvaltı:

Kadına 2, erkeğe 3 yumurta, haşlama ya da omlet (soğanlı, biberli yani sebzeli olabilir). Yarım avokado. 15-16 adet zeytin. İstediğiniz kadar çiğ yeşillik. Çok az sert, yağlı peynir. Mümkünse peynir olmasa da olur.

Öğlen:

Avuç içi kadar et, pirzoladır, kaburgadır sen seç. Yanına sebze. Ya da mesela yağlı kuzu kıyması ile yapılmış bir kapuska, karnabahar, türlü. Full kıymalı bir lahana sarması da tercih edilebilir.

Akşam: Yine öğlen olduğu gibi yağlı etli sebzeli başka bir yemek. Mümkünse sabah çiğ sebze/salata, öğlen ve akşam pişmiş sebze olsun.

Ekmek yemiyoruz ne kahvaltıda ne yemeklerde ne aralarda. Ekmek hayatımızdan çıkıyor.

Doymuş yağın damar tıkanıklığı yaptığı bilgisi yanlış.

Bitkisel yağ ise enflamasyon yaratıyor, özellikle kadınlarda hormonal dengesizlikler yaratıyor. Ayçiçek yağı, mısır yağı tüketmiyoruz. İlla yağlı yapacaksak yemeği, soğuk sıkma bir zeytinyağı ya da hindistan cevizi yağı kullanıyoruz.

Çok fazla balık yiyemiyor, hayvansal kaliteli yağ tüketemeyeceğimizi düşünüyorsak supplement olarak Solgar Omega 3 haplarından kullanabiliriz. Kapsüllerdeki epa ve dha miktarlarına dikkat edin, kutunun üstünde bahsedilen mg hesabı onlar üzerine olsun.

Chia tohumu da omega 3 kaynağı imiş ama çok da yeterli değilmiş. Tüketilebilir.

Çorba olarak terbiyeli çorba, sebze çorbası mümkün. Baklagil bu süreçte yok, yani mercimek çorbası falan içmiyoruz bu 4 aylık süreçte.

Ketojenik beslenme uyku kalitemizi artırıyor. Hayata bakış açımızı düzenliyor. Daha evrene güvenen, daha tahammüllü bir insan oluyoruz. Meditatif olabiliyoruz. Bağırsak sağlığımız düzeliyor. Bel çevresindeki yağlar genelde bağırsak sorunlarından oluşuyor. Depresyon, gece uykudan uyanmalar, gün içinde enerjisizlik, üşengeçlik, küçük bir nezleyi bile ilaçsız geçirememek bağırsak sağlıksızlığına dalalet.

Bağırsak florasını probiyotik supplement ürünler düzeltebiliyor. Bunlar maalesef Türkiye’de yok. Belki Therbiotic bulunabiliyor. Yurtdışında ise VSL #3 adlı bir tablet, tam tamına 112buçuk milyar bakteri içeriyor ve soğuk zincirle üretilmiş olmalı bu tabletler.. 1 ay bundan kullanıp, 1 ay bırakıp kendi yaptığınız kefirden de içebilirsiniz diyor Çağlayan.

Sirke ya da limonla yapılan turşular probiyotik yerine geçmiyormuş. Çünkü sirke bakterileri öldürüyor, steril. Fermente olmuyor o şekilde.

Tekrarlayalım: Ketojenik beslenmede protein enerji kaynağı olmuyor, yağ oluyor. Bu sebeple kas kaybı da olmuyor. Vücuda yağ yakmayı öğretmiş oluyoruz bu süreçte, böylelikle proteini yakmaya ihtiyaç duymuyor vücut.

Bu şekilde beslenildiğinde enerjik olunduğunu söyleyen Çağlayan, vücudun açlık hissetmediğini, kişinin sporu da daha rahat yapabildiğini söylüyor.

Ketosise girdiğimizi nasıl anlarız?

Yurtdışında şekeri ölçen kan pıhtısına bakan aletler gibi aletler varmış evinize alabileceğiniz. İlker Çağlayan, zaten enerjinizden bunu anlayacaksınız diyor, ama tuhaf bir durumla daha anlayabiliyorsunuz: nefesiniz aseton kokmaya başlıyor.

Bir yanlışı daha düzeltiyor İlker Çağlayan: akşam yenen yemek kilo yapar bilgisi yanlış; sporunuz akşamüstüne kaldıysa spordan sonra mutlaka protein tüketmelisiniz saat geç de olsa, diyor.

Kahvaltının günün en önemli öğünü olduğu bilgisi de yanlış. Uyandığınızda aç hissetmiyorsanız, enerjikseniz kahvaltı etmek için kendinizi zorlamayın diyor.

İlker Çağlayan’ın sunumu şu önerilerle bitti:

Aç hissettiğinizde önce bir bardak su için.

Yediklerinizi 25 kez çiğneyerek yutun.

Yemek yerken anda kalın.

Mutlaka hareket edin, gün içinde hareketli olun. (Ketojenik beslensem, bir de yüzsem yeterli mi mesela dedim, evet dedi, bu da kişisel bir not olsun.)

Kişisel olarak ekşi mayalı tahıllı bir dilim ekmek yemeyi, ara öğünlerimin olmasını, bu öğünlerde yoğurt, süt tüketmeyi seviyorum doğrusu. Şu an  240derece.com‘dan aldığım nefis cevizli çavdarlı ekşi maya ekmeklerimi tüketiyorum kahvaltıda, onlar bittiğinde şu ketojenik beslenmeyi denemeyi düşünüyorum doğrusu. Bağırsak problemi yaşayan biri olarak yoğurt ve sütü azaltmamda, ara öğünleri atlamamda fayda olabilir. Sabah ekmek yerine avokado ve bir adet fazla yumurta tüketmeyi de bir süre sonra oturtabilirim sanıyorum. Zaten akşam yediden sonra yemek yememeyi öğrendim.  Bakalım gerçekten de dediği gibi bir süre sonra ara öğüne ihtiyaç duymayacak mıyım bunu yaparken…

Deneyip mutlaka sizlerle paylaşacağım. Aranızda ketojenik beslenen, ya da bunu denemiş olan varsa, yorum yazarlarsa çok sevinirim.

Günlük Kalori İhtiyacımız ve Sağlıklı Kilo Verme/Alma Dengesi

Sağlıkla, beslenmeyle, kilo almak ve vermekle ilgili o kadar çok bilgi dönüyor ki etrafta… Bir de araştırma sonuçlarının sürekli değişiyor oluşu var ki beni benden alıyor. Örneğin yıllarca “yiyecekseniz bitter çikolata yiyin, daha sağlıklı, çok tüketmezseniz kilo aldırmaz, öbüründe süt var sonuçta, ekstra kalori, yağlı vs” gibi bir mantığa inandırıldık. Benim şahsen işime geldi çünkü bitter çikolatanın tadını daha çok severim. Hiç gözümü kırpmadan sütlü çikolatayı çıkardım hayatımdan. Şimdi tüm bildiklerinizi unutun diye yeni bir bilgiyle karşı karşıyayız. Evet, içeriği açısından bitter çikolata, sütlü ve beyaz çikolatalara kıyasla daha “sağlıklı” imiş, ve fakat kalorisi daha fazla imiş. O yüzden deniyor ki çikolata yiyecekseniz, neyi seviyorsanız onu yiyin, yeter ki az yiyin. (kahvenin yanında bir kare çikolata öneririm 🙂 )

Şu saatte yemek yiyin, bu saatte yemeyin ile de ilgili birbirini çürüten iddialar var. İddialar bitmez.

Şunu biliyoruz elbet, “sadece” sağlıklı besinler tüketmeye odaklanırsanız kilo veremezsiniz, hatta alabilirsiniz bile. Çünkü kilo almak aslında bedenimiz ve beynimiz açısından “sağlıksız” bir şey değil. Hatta genelde “sağlıklı olmak için kilo vermek” tabiri kullanılır ama bu da doğru değil ki, kime göre, neye göre… Kilo alamama problemi olan, beden, kemik yapısına göre olması gereken kilodan çok daha düşük kiloda olan, kas eksiği olan vs pek çok insan var. Her zamanki gibi burada da çoğunluk baskın çıkmış ve yemek yemeyi seven, dengesiz beslenip fazla kilo alan insanlar çoğunlukta olduğundan sağlıklı yaşam kilo vermek anlamına gelmiş ama önce bu algıyı kırmamız gerekiyor sanırım.

Eğer boyunuza, kemik yapınıza, yaşınıza göre yağ ve kas oranınızda bir sorun varsa, ki bunu ancak bir beslenme ve diyet uzmanına giderek öğrenebilirsiniz, o zaman hayatınızda sporu ve size uygun beslenme şeklini düzenli hale getirip yağ yakabilir, kas yapabilir, ya da sağlıklı yağları vücudunuza kazandırabilirsiniz. Vücutta sağlıklı yağa ihtiyacımız var. Kaslarımızın da erimemesi gerekiyor.

Gelelim günlük kalori ihtiyacımıza. Yaşa, kiloya, boya ve gün içinde ne kadar hareketli biri olduğunuza göre herkese özel bir kalori ihtiyacı var. Mesela ben 38 yaşındayım, boyum 1.66, 58 kiloyum, gün içinde hareketliyim ve spor yapıyorum. Bu bilgilere göre benim günde 2000 kalori almam gerekiyormuş. Bunu diyetisyenler de veriyor size ama internette de hesaplama formları bulabilirsiniz, aşağı yukarı doğru rakamlar veriyor.

Şimdi yine bir iddia vardı ki o da şöyleydi, günlük alman gereken kalori miktarını öğren, o kaloriyi geçmeyecek şekilde ne yersen ye, ne zaman yersen ye, kilo almazsın. Hatta sporcu bir adamı okumuştum, belirli bir süre boyunca sadece Mc Donald’sdan beslenmiş kalori miktarını hesaplayarak ve zayıflamış. Peki bu ne kadar doğru bir yaklaşım?

Amacınız içi boş bir şekilde hızlıca kilo vermekse bunun çok çeşitli yöntemleri var, iki günde üç kilo verdiren diyetler, sizi dürüm gibi kremli bir jelatine sarmalayıp bir saat koşturan ve o an ölçümünüzü yapıp bakın kilo verdiniz diyen mekanlar ve bunun gibi sürüsüne bereket yöntem. Bu yöntemler günlük, haftalık en fazla aylık olabilir. Sürekli bu şekilde yaşamanız da mümkün değil, o kiloyu korumanız da.

“Diyet yapıyorum, rejimdeyim, ya da kilo almak için kasıyorum, dünyaları yiyorum” gibi düşüncelerden sıyrılmamız gerekiyor. Kendi bedenimizi tanıyıp tüm hayatımız boyunca dengeli beslenmemiz gerekiyor.

Sadece sağlıklı beslenmeye odaklanarak kilo veremezsiniz demiştim. Ama kilo vermek için sağlıklı beslenmelisiniz elbette. Çelişkili geliyor olabilir. Durumu şöyle izah edeyim.

Avokado çok sağlıklı bir besin. (Kilo verdiğim süreçte tükettiğim bir meyve) İçindeki yağ vücudumuzun ihtiyacı olan sağlıklı ve kaliteli yağ. Harika. O zaman üç tane yiyelim: Ve kilolarımıza kilo katalım.

Muz. Besin değeri çok yüksek. Çok sağlıklı ve faydaları saymakla bitmeyecek bir meyve. Oh, her gün bir iki tane yiyelim o zaman. Gelsin kilolar.

Hindistan Cevizi yağı.  ( Kilo verdiğim süreçte tükettiğim bir gıda). Besinlerle birlikte alınan yağlar arasında en sağlıklısı. Oh, litre litre kullanalım. Ve obezite.

Kilo vermek isteyen bir insan avokado da yemeli, muz da, Hindistan cevizi yağı da. Fakat ölçüler önemli. Kaç tane yediğiniz önemli, ne boyutta yediğiniz önemli, kaç günde bir tükettiğiniz önemli.

Şimdi yakın zamanda okuyup pek çok şey öğrendiğim bir makaleden alıntılar yapacağım. Makalenin orijinali burada, merak edenler için.

Makalede 750 kalorilik bir gazlı içecek ile 750 kalorilik brokoliyi kıyaslanıyor. Örneğin Sprite gibi bir içecekten iki yudum aldığınızda 46 çay kaşığı şeker yemiş oluyorsunuz. Bağırsaklarınız da içinde lif olmayan früktoz ve laktozu hızlıca emiyor. Glükoz kan şekerinizi yükseltiyor, insülin yükseliyor. Yüksek insülin karın bölgesinde yağ birikimine yol açıyor. Kan basıncıyla oynuyor, kadınlık ve erkeklik hormonlarıyla oynuyor. Leptin hormonunuzun da dengesi şaşıyor. Leptin, beyne tokluk hissini gönderen hormon. Bunun dengesi bozulduğunda doyduğunuzu bir türlü anlamayıp yemek istemeye devam ediyorsunuz. Fruktoz direkt olarak karaciğere gittiği için de yağ üretiyor.

Şimdi brokoliye bakalım. 750 kalorilik bir brokolinin (ki bir tabak brokoli 50 kalori) 67 gramı lif. Sadece 1,5 çay kaşığı kadar şeker içeriyor. Geri kalan karbonhidrat düşük glisemik ve yavaş  emilen cinsten. 20 tabak brokoli yiyecek değilsiniz bir oturuşta, ama öyle olsaydı bile kan şekerinizde, hormonlarınızda karaciğerinizde  herhangi bir sıkıntı yaşamazdınız. Brokoli c vitamini kaynağıdır ve kanser hücreleriyle savaşır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Kemikleri kuvvetlendirir. Bu besini tükettiğinizde beyninize tok olduğunuz bilgisi gelecek ve yemeğe devam etmediğiniz için de gereksiz kilo almayacaksınız.

Son olarak, yine makaleden bir bilgi paylaşmak isterim. Karın bölgesinde gereksiz yağ istemiyor, hatta kaslarınızı kuvvetlendirmek istiyorsanız, birkaç ipucu:

Şekeri hayatınızdan tamamen çıkartın. Kesme şeker, toz şeker zaten çıkmalı, ama hepsi bu değil: şuruplar, şekerli tatlılar, kremalı kahveler,  alkol, meyve suyu, gazoz gibi “şeker”lerden de bahsediyoruz.

Unu hayatınızdan tamamen çıkartın. İki dilim ekmek kan şekerinizi iki yemek kaşığı sofra şekeri gibi yükseltiyor maalesef. Böreklere tuzlulara gelmiyorum bile.

– Güne yumurtayla, fıstık ezmesiyle, az avokado ile başlayın, yani protein ile. Tütsülenmiş balık bile ekleyebilirsiniz.  Simit, poğaça, donut, bagel olmasın kahvaltınızda, hatta mümkünse hayatınızda.

– Her öğünde biraz protein almaya bakın.  Az badem, ceviz, kabak çekirdeği, fasülye, tavuk ya da balık.

lezzet.com.tr

Sözün özü, kaloriler eşit yaratılmamış. Her besinin vücudunuzla olan hikayesi farklı. Yani mesele çok basitçe “gazoz tu kakadır, brokoli sağlıklıdır, tatlı şeyler de hep zararlı, tatsız şeyler sağlıklı” meselesi değil. Neyi, nasıl, ne şekilde tükettiğinizi bilirseniz, tüm doğal besinlerin çok lezzetli ve faydalı olduğunu fark edip bundan zevk almaya başlayacaksınız. Günlük kalori sınırınızı bilin, ama buna takıntı yapmayın, ya da uyanıklık yaptığınızı sanıp, “ben mc donalds yedim ama az kaloriyle işi kurtardım”ın peşinde olmayın derim.  Bu arada ben brokolilerimi buharda haşlayıp sonra rondodan geçirip püremsi bir çorba şeklinde tüketiyorum ki içinde başka bir şey olmamasına rağmen kremalıymış gibi oluyor. Tavsiye ederim.

Şekersiz Tarçınlı Kakaolu Kek Yaptım!

Evde bir çok malzeme birleşince anneanneme kek yapmaya karar verdim. Hazır yapıyorken de sağlıklı olsun dedim ve şeker, ayçiçek yağı ve normal un kullanmadım.

Malzemelerim şöyleydi:

3 oda sıcaklığında yumurta
1 su bardağı harnup pekmezi
Yarımdan biraz fazla su bardağı hindistan cevizi yağı
1 su bardağı laktozsuz süt
2 su bardağı tam buğday unu
1 paket vanilin
2 tatlı kaşığı kakao
1,5 tatlı kaşığı tarçın
Yarım paket kabartma tozu

Yumurtaları çırptım, pekmezi ekleyip çırpmaya devam ettim. İyice köpürdü ve kıvamlandı. Yağı ve sütü ekledim. Unu ekledim. Yine çırptım karışımı bir güzel. 1 paket vanilin ekledim. (Bu hazır toz vanilin yerine daha doğal bir şey eklemek istiyorum bir dahaki sefere, örneğin vanilya özütünü evde kendim yapabilirim, şöyle bir tarif buldum.) Kakao ve tarçını ekledim. Yarım paket de kabartma tozu ekledim. ( yine bir dahaki sefere kabartma tozu yerine 1-1,5 çay kaşığı kadar karbonatı bir çay tabağına döküp, üzerine 4 damla limon suyu damlatıp köpürmesini bekleyip, çırptığım kek hamurunun içine ‘son olarak’ bu karışımı ilave edicem, daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum.)

Silikon kek kalıbımı azıcık tuzsuz tereyağı ile yağladım ve azıcık da unumdan döktüm ki kek yapışmasın. Karışımımı kalıbımın içine döktüm ve 180 derece ısınmış fırında yaklaşık 40-45 dk pişirdim. İlk beş dakikadan sonra 180 dereceyi azıcık düşürdüm.

Tüm ev nasıl koktu bir bilseniz? Tarçın, pekmez ve hindistancevizi birleşimi keke azıcık acımtırak bir tat veriyor, isterseniz tarçını azaltabilirsiniz ya da bitter çikolatayı eriterek bir sos yapıp kekin üzerine dökerek tadı biraz artırabilirsiniz. Acımtrak tat korkutmasın, leziz bir kek! Hafif, sağlıklı, yumuşak, mis gibi.

Afiyet olsun 🙂


I had enough ingredients at home so decided to make my grandmum a healthy cake without sugar. I didn’t use sugar, sunflower seed oil and white flour.
My ingredients are as follows:

3 eggs
1 glass of carob syrup
½ glass of coconut oil
1 glass of lactose free milk
2 glasses of whole wheat flour
10 g vanillin
2 dessertspoonful cocoa
1,5 dessertspoonful cinnamon powder
5 g baking powder
So I whisked eggs and the carob syrup till it becomes thickened and foamy. I added the oil and the milk. I added the flour. Whisked again.Added the vanillin (next time I’ll make a homeade natural vanilla extract ) Added the cocoa and the cinnamon. I added the baking powder (next time I’ll use bicarbonate with some lemon juice to make the cake fluffy instead of baking powder)
I oiled my silicon cake tin with some butter and added very little of my flour so that the cake won’t stick on it. I pured the mixture inside the tin and I cooked it for about 45 minutes in 180C oven, heated before. I decreased the degree a little, after 5 minutes.
I can’t tell you enough how beautiful the smell of the cake was, it covered the house. The cake is so delicious, but let me warn you, it’s a little spicy because of the mixture of cinnamon, coconut and the syrup but it’s really delicious. You may want to use less of the cinnamon maybe. The cake is so light, healthy, soft and yummy!
Bon appetit!