21 Haziran Uluslararası Yoga Günü (video)

Namaste!

Yakın bir tarihte, 2015’te Birleşmiş Milletler tarafından 21 Haziran, Uluslararası Dünya Yoga Günü olarak belirlenmiş. 21 Haziran’da, başta Hindistan’da olmak üzere binlerce yogasever, meydanlarda, parklarda ve stüdyolarda etkinlikler düzenleyerek yoga öğretisinin yaygınlaşması için emek veriyor.

Hindistan başbakanı Narenda Modi, 21 Haziran tarihinin önemini bir konuşmasında şöyle açıklamış:

Kuzey kutbunda en uzun günün yaşandığı bu tarih dünyanın pek çok yerinde büyük öneme sahiptir. Yoga açısından ise bu tarih Dakshinayana’ya, yani yaz gün dönümüne geçiştir ve yaz gün dönümünden sonraki ilk dolunayda Shiva’nın dünyaya yoga öğretisini yaymaya başladığı söylenir, kendisi bu tarihte ilk guru (öğretmen, usta) olmuştur. Ayrıca yaz zamanında, doğanın ruhani pratikler için bizi desteklediği de söylenebilir.”

5. Uluslararası Yoga günü ülkemizde de çok çeşitli etkinliklerle kutlanacak. Detaylı bilgi almak için tıklayın.

Tesadüf o ki, yoga 2015’ten beri hayatımda var benim de. Çok düzenli yapamadım bu beş sene boyunca ama hiç de bırakmadım. Şu an adada her Salı sabahı katıldığım vinyasa yoga dersleri var. Ben de ilerde yin yoga eğitmenliği eğitimi almak ve meditasyon uygulayıcılığı ile ikisini birleştirerek bu tarz eğitimler vermek istiyorum.

Yoga’nın ne olduğunu, kaç çeşit yoga olduğunu, genel anlamda felsefesini ve faydalarını dilim döndüğünce anlatmaya çalıştığım bir video çektim. Bilgi anlamında da bol bol sevgili Esra Karaosmanoğlu’nun Acemi Yogi’nin El Kitabı adlı kitaptan faydalandım, ısrarla da tavsiye ederim yeni başlayacaklara ve hareketler kadar işin felsefesini de merak edenlere.

Keyifli izlemeler.

Tanrılar Okulu Kitabı Neyi Anlatıyor, Bir de Video İle Anlatayım Dedim

Hayatımı çok fazla etkilemiş olan Tanrılar Okulu adlı kitapla ilgili daha önce bir yazı yazmıştım burada, oldukça fazla da okunmuş, yorum almıştı. Youtube kanalı açtıktan sonra aklımda hep bir de kitapla ilgili fikirlerimi ve kitaptan en sevdiğim yerleri paylaşabileceğim bir video çekmek vardı, birkaç hafta önce çektim ama önce rahatsızlandım, sonra laptop’um arızalandı, anca yayına alabildim, umarım beğenirsin.

İrade Nedir? Sen İradeli Biri misin?

Özellikle beslenmeyle, sporla, sigara ile ilgili hep “iradesizim” önyargısıyla yaklaşırız kendimize. Belki işimize gelen budur, belki de yanlış bir bilgiyle bunu doğumumuzla gelen bir özelliğimiz sanıyoruzdur.

Konuyla ilgili bir video çektim, izleyip yorum yazarsan sevinirim.

Birlikte Meditasyon Yapalım mı?

Sağlıklı Yaşam yolculuğumda kişisel olarak bana en iyi gelen üç disiplin:

  • Düzenli Spor
  • Bilinçli Beslenme
  • Düzenli Meditasyon

Meditasyon hayatın bir parçası haline gelince, koçluk hizmeti verdiğim danışanlarımı da bu disiplinle tanıştırmalıyım ama doğru bir şekilde tanıştırmalıyım diye düşünüp İstanbul NLP International ve Yeditepe Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenledikleri Meditasyon Uygulayıcılığı sertifka programını bitirdim, hala da bir meditasyon hocasının derslerine düzenli olarak devam ediyorum.

Youtube kanalımdaki yeni videomda, dilim döndüğünce, uzunca anlattım meditasyonun ne olduğunu, ne olmadığını ve videonun son 6-7 dakikasında birlikte yapabileceğimiz bir meditasyon yönlendirmesi bölümü ekledim. Umarım faydalı olur. Yorumlarınızı beklerim.

“Zararsız Yaşam” İsmi Nasıl Doğdu?

Sağlıklı yaşam koçluğu yolculuğumu çoğu yazımda paylaşıyorum, bu blogu takip ediyorsan, hikayemi biliyorsundur. Bir marka haline getirmek istediğim Zararsız Yaşam isminin nasıl doğduğunu, sağlıklı yaşam ve koçluk serüvenimi anlattığım yeni bir video çektik, youtube’da izleyebilirsin. Abone olursan ve yorum yazarsan çok sevinirim.

Sevme Sanatı – Erich Fromm

Koçluk ve yazarlık adına kendime çizdiğim sağlıklı yaşam yolunda, sağlıklı yaşamanın ve sağlıklı beslenmenin sadece spor ve besin üzerinden değil, bulunduğumuz mekanlar, vakit geçirdiğimiz insanlar, okuduğumuz kitaplar, kendimize ayırdığımız zamanlar gibi pek çok deneyim üzerinden gerçekleştiği inancıyla ilerliyorum. Bu yüzden blogumda, çok da keyif alarak yazdığım kitap önerilerim de oluyor, olacak.

İstanbul Üniversitesi’nde edebiyat fakültesinde okurken, aslında gönlümde yatan aslanın psikoloji olduğunu bildiğim ama bilinçsizce, “eğitim anlamında artık çok geç” diye düşündüğüm dönemde, Öteki Yayınevi’nin bastığı psikoloji dizisi kitaplarını satmak için getirmişlerdi üniversitenin girişine. Hemen almıştım tabii. Genelde Erich Fromm ve Sigmund Freud kitaplarından oluşan bu kitaplar hala kütüphanemin en değerli kitaplarından.

Erich Fromm imzalı Sevme Sanatı’na şöyle bir göz gezdirdiğimi hatırlıyorum yıllar önce. Bugünlerde ise oturdum ve zaten ince olan kitabı altını çize çize hızlı bir biçimde bitirdim.  Bu kitap bende bir fikir uyandırdı. Bu tarz, ince ve okuması kolay, dili yalın, üzerine konuşulası kitaplarla ilgili okuma ve tartışma günleri yapılabilir diye düşünüyorum. Eğer bu fikri geliştirirsem buradan paylaşıyor olurum.

 

Erich Fromm, 1900-1980 yılları arasında yaşamış Almanya doğumlu Amerikalı bir psikanalist/filozof. Altıncı kitabı olan Sevme Sanatı’nı 1956 yılında yazmış.

Kitaptan ilgimi çeken bazı bölümlerle ilgili size bilgi vermek istiyorum. Sevgi bir sanat mıdır başlıklı kısımda Fromm sevginin öğrenilmesi gereken bir sanat olduğunu öne sürüyor. Tıpkı müzik, resim, marangozluk ya da tıp gibi konularda başarılı olmamız için öğrenmemiz gereken şeyler varsa, sevginin de böyle olduğunu savunuyor Fromm.

Sevgi teorisi kısmında Fromm’un bir yaklaşımı çok ilgimi çekti. Bizler bugünlerde doğaya geri dönmek gerektiğini, insanoğlunun doğadan çok fazla koptuğunu konuşmaktayız. Fromm, insan doğadan tam olarak kopmamıştır ama doğayı aşmıştır diyor. İnsanın yapabileceği tek şeyin mantığını geliştirerek geri dönülemez biçimde kaybedilen insan öncesi uyum yerine insana özgü yeni bir uyum bularak ileri gitmektir diyor ünlü düşünür.

İnsana mantık armağan edilmiştir, insan farkında olan bir yaşam türüdür diyor. Bu farkındalık onun doğadan kopuk ve her şeyden “ayrı” olan varoluşunu kaçınılmaz olarak dayanılmaz bir hapishaneye çevirir diyor. Bu hapishaneden kurtulmanın yolunu da dış dünyayla bütünleşmek olduğunu, daha doğrusu zaten bütün olduğumuzun da farkına varışı olarak gösteriyor.

Ayrılık kaygı yaratır diyor, burada ayrılıktan kastı, bireyin kendisini tek, yalnız, dış dünyadan ayrı hissetmesi. Bu ayrılık duygusunun utanma ve suçluluk duygularının baş sebebi olduğunu söylüyor ki bu çok çok önemli bir saptama.

Sevgiyle yeniden birleşme olmaksızın insanın salt her şeyden ayrı oluşunun farkındalığı, utanmayı, suçluluk duygusunu, kaygıyı doğurur diyor Fromm.

Fromm çağdaş kapitalist sistemde eşitlikle standardizasyonun birbirine karıştığının ve konformizm yoluyla pek çok insanın uyuşturularak robot hayatlar yaşatıldığının da altını çiziyor. Kapitalist sistemin rutin ağına yakalanan kişinin, bir insan olduğunu, umutlarıyla, hayalleriyle, korkusuyla hüznüyle eşsiz bir birey olduğunu unutmasının çok normal olduğunu dile getiriyor.

Bu sorunun çözümünün ise bireyler arası birleşmeyle, başka bir insanla sevgiyle kaynaşma yoluyla çözüleceğini savunuyor.

Sadist-mazoşist ilişkilerin olgun sevgi olamayacağını anlatan Fromm, olgun sevginin kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koruma koşuluyla birleşme olduğunu söylüyor.

Sevgide varolan güzel bir paradokstan da söz ediyor ünlü filozof: olgun sevgide iki varlık bir olur, aynı zamanda da iki kalırlar diyor. Bence müthiş!

Fromm alma verme dengesine de değiniyor.  Sevgi temelde almak değil, vermektir diyor. Bu üzerine epey düşünülesi bir kısmı bence konunun.

Vermek kelimesinin bir şeyden vazgeçmek, ondan mahrum kalmak, özveride bulunmak, kendini sömürtmek anlamına gelmesi yanılgısına dikkat çekiyor.  Temel yönelimi üretken olmayan insanların vermeyi bir yoksullaşma olarak gördüğü saptamasını yapıyor.  Kimi insanların ise acı çekerek, özveride bulunarak, almadan vermenin erdem olduğunu düşünerek yaşadığını hatırlatıyor. Oysa üretken kişilikler için vermek gücün en yüksek ifadesidir diyor. Verme eylemiyle kendi zenginliğimi yaşarım, bu yükselen canlılık beni sevince boğar, diyor. Vermenin canlılığımızın bir ifadesi olduğunu hatırlatıyor. Verirken amaç almak olmaz ama verdiğinizde zaten karşı tarafta bir canlılık yaratırsınız bu da en büyük mutluluktur diyor. Sevginizin karşı tarafta da sevgi uyandırması o sevginin sağlıklı olduğunu gösterir diye açıklıyor bu durumu.

Çok şeye sahip olan değil, çok şey veren kişi zengindir diyerek bu konuya noktayı koyuyor zaten kanımca.

Sevginin sorumluluk istediğini, emek istediğini de hatırlatıyor.

Rumi’den alıntılar yapıyor Fromm:

Aslında hiçbir sevgili yoktur ki sevgilisince aranmasın. İlahi Bilgelik kaderimizdir ve bu bizi birbirimize sevgili kılmıştır. İlahi kader dünyadaki her şeyi eşiyle birleştirir. Yer ve Gök birbirine aşıktır, birbirlerinden zevk almıyorlarsa neden aşıklar gibi kucaklaşmışlar? Tanrı, erkeğe ve kadına birlikte olarak hayatı sürdürme arzusu verdiği için varoluşun her parçasına diğer parçası için arzu verdi. Gece olmasa gündüz olmazdı.

Fromm cinsellik ve erotizmle ilgili Freud’un fikirleri üzerinden de bazı açıklamalar yapıyor.

Daha çok fazla konu var ama yutarcasına okuyacağınızın garantisini verebilirim.

Sevgi, her türlü hastalığın ilacı. Sadece sev. 

Bilinçli Beslenme, Beyin-Bağırsak İlişkisi ve Probiyotikler

 

Geçtiğimiz Cumartesi, İstanbul Erenköy Kozmos Yaşam Merkezi’nde 15 kişilik bir katılımla gerçekleşen sunumumda bilinçli beslenmeden, beyin-bağırsak ilişkisinden ve probiyotiklerden bahsettikten sonra kısa bir meditasyon yapıp ellerimle hazırladığım şekersiz, beyaz unsuz, hindistan cevizi yağı ile pişirilmiş çiğ kakaolu tarçınlı pekmezli kek, çiğ kuruyemişler, maydonozlu, taze naneli ve limonlu detoks suyu tüketerek sohbetimizi tamamladık, katılan herkese teşekkürler.

Sunumumdan kısa notlar:

Probiyotikler yaşayan mikroorganizmalar aslında ve yeterli miktarda olduklarında yaşadıkları vücuda fazlasıyla yararlılar. Probiyotikler bağırsaktaki yararlı bakterileri arttırarak, zararlı bakterilerin ise sayısını azaltarak etkili oluyorlar. Probiyotik seçerken çeşitli türleri içeren, süt ürünleriyle mayalanmamış, katkı maddesi bulunmayanları bulabiliyorsak ne ala. Böyle takviye ürünler mevcut. Bulamıyorsak evde mayaladığımız yoğurt ve kefir de probiyotik içeren doğal bir besin. Yine ev yapımı salatalık ve lahana turşusu, doğal probiyotikler.

Sindirim sistemi bedenimizde beynin yardımı olmaksızın işlevini yapan tek sistem. Çok ilginç değil mi? Kendimizi iyi hissetmemiz ve sağlıklı görünmemiz için bedenimizin ihtiyaç duyduğu besinleri birebir bu sistemden alıyoruz. Sindirim sistemi aslında ağzımızdan anüsümüze kadar uzanan 10 metrelik, kastan, sinirden, duyulardan oluşan bir boru. Sindirim sorunları oluşturan şeyler ilginçtir ki yaşam biçimimiz. Epigenetik bilim araştırmaları iyi beslenmenin olumsuz genetik etkileri bile yok edebileceğini söylüyor.

Sindirim aslında beyinde başlıyor. Yiyecekleri düşünmemiz, görmemiz, kokusunu duymamız… beynimiz sayesinde ağzımız sulanıyor, midemiz kasılıyor, pankreasımız enzim salgılamaya başlıyor. Beynimiz yediklerimizin iyi sindirildiğine inanmalı ki bedenimiz sağlıklı olsun. Aslında herşey beynimizi nelere inandırdığımızla ilgili.

Kalın bağırsağımız kötü bakterileri denetim altında tutan iyi bakterilerle yani floralarla dolu. Besinler ayrıştırılıyor ve atık maddeler dışkı olarak rektumda depolanıyor. Yeterince dışkı depolandığında kaslarımız gevşiyor ve dışkı dışarı atılıyor. Fazla lif tüketerek, bol su içerek, yeterli uyku uyuyarak, egzersiz yaparak ve stresi azaltarak sağlıklı bir şekilde sindirebiliriz ve dışarı atabiliriz yediklerimizi.

Atık maddeleri dışarı atmamız durumunu metafiziksel olarak anlatmak istersek: yaşamı içeri almak, bize yarayanları özümsemek ve gerek duymadıklarımızı bırakmaktır. Bıraktıktan sonra sifonu çekeriz ve geri dönmemek üzere yollarız ihtiyaç duymadığımızı. Bu sağlıklı olandır. Doğal olan budur.

Mide ve sindirim sorunları hakkında önemli bir soru sorulmuş Louise Hay tarafından: Neyi ya da kimi sindiremiyorsunuz? Korku var olduğu sürece yaşamı sindiremiyoruz. Gelecek için kaygı duyduğumuz müddetçe sindirimimiz gerçekleşmiyor. Bedendeki mutluluk hormonu serotoninin yaklaşık %90’ı bağırsaklarda bulunuyor.

Bağırsak ve beyin arasında yin ve yang gibi bir döngü şeklinde bir iletişim var. Mutsuz beyin bağırsağı etkilerken mutsuz bağırsak beyni etkiliyor. Bağırsaktaki bakteriler sürekli olarak beyne sinyal gönderiyor. Bağırsak mikrobiyomu sağlıklı olunca “mutluyum” mesajı gönderiyor beyne.

Akşam yemeğindeki sohbet tatsız bir hal alıp arkadaşınızla tartışmaya başladığınızda midenizdeki öğütme işlemi hızlıca son buluyor ve yerini spastik kasılmalara bırakıyor. Yemeğinizin yarısı sindirilemeden midenizde kalıyor. Böylelikle mide spazmları hissediyorsunuz. Stresli geçen bir günün ortasında ağır bir öğle yemeğinin iyi bir fikir olmayacağını unutmayın. Bağırsak reaksiyonlarını değiştirmek ve hücresel değişiklikleri tersine çevirmek amacıyla beyinde yazılan senaryonun “olumlu öykülere” dönüştürülmesi gerekiyor. Genelde çocukluğunda travma yaşamış insanlarda stres-tepki genlerine kimyasal etiketler eklenmiş durumda. Böyle kişilerin organları strese karşı abartılı bağırsak reaksiyonları gösteriyorlar.

Dilimizde beş tat alma reseptörü var: acı tatlı ekşi tuzlu ve umami. İnsan bağırsağında ise 25 farklı tat reseptörü var. Bunun sebebi yediğiniz yemeğin tadına göre beyninize göndermek istediği şifa mesajları. Demek ki bağırsaklarımız sadece besin maddelerini sindirmek için varolmuş değiller, görevleri çok daha fazla.

Meditasyonla beynin en çok hangi bölümünün etkilendiğini keşfetmek için Harvard Tıp Fakültesi’nde yapılan bir araştırma gösteriyor ki, geleneksel tıp bilimine göre otomatik sinir sisteminden sorumlu olan bölge meditasyon ile harekete geçebiliyor ve sindirim sistemi, kan basıncı gibi direkt olarak stres ile ilişkili değişkenlere aslında meditasyon ile etki edilebiliyor. Sonuçta bu işlevler üzerine meditasyon ile etki edebiliyoruz, kalp hastalıkları, sindirim sorunları ve kısırlık gibi stresle ilişkili rahatsızlıklardan kurtulmamız konusunda meditasyon önemli bir çözüm yolu olabiliyor.

Stresörler sinir sisteminin dengesini bozduğu zaman; gevşeme tekniklerini kullanarak sinir sistemi dengeli haline geri getirebilir. Anksiyete sinir sisteminizi ele geçirdiği zaman, vücudunuz hayatta kalmak için; savaşmak ya da kaçmak için kimyasallar salgılar. Anksiyete (kaygı) yanıtı hızlı hareket etmeniz gerektiği acil durumlarda hayat kurtarıcı olabileceği gibi günlük hayatın stresleri tarafından aktive edildiği zaman sizi yıpratıyor. Bunu Metin Hara’nın YOL kitabında da okuyabilirsiniz. Tam odaklanarak derin nefes alıp vererek yaptığımız nefes temizliği basit ama güçlü bir gevşeme tekniği. Bunu öğrenmek çok kolay, hemen hemen her yerde yapılabilir ve kaygı seviyenizi kontrol altına tutmanızda hızlı yol almanızı sağlar.

Kaynak kitaplar: 

Sağlıklı Yaşam İçin Kendini Sev – Louise Hay

Beyin Bağırsak Bağlantısı – Dr. Emeran Mayer

Yol – Metin Hara

Bağırsak Bir Türlü…

 

Yıllar yıllar önce ailemle yaşarken, bir hafta sonu onlar yazlıkta ben ise kışlıktaydım. Karnımda ilginç bir sancı vardı. Gece uykumdan uyandıracak kadar büyük bir karın ağrısı çekiyordum. Her zaman karın bölgesi azıcık tombiş biri oldum ama bu ağrı başladığından itibaren şişkinlik artmıştı. Kendimi çok fazla yemek yemiş gibi hissediyordum ama aslında çok fazla bir şey de  yememiştim. Tuvalete çıkmakta da zorlanıyordum. O zamanlar da internet yeni, ve herşeyi internetten öğrenmeyi düstur edindiğimiz ilk yıllar. Daha fazla dayanamadım ve semptomları yazdım Google amcaya. Bağırsak, hazımsızlık, şişkinlik, tamam evet, hatta böyle karında bir kese oluşur diyor, ben karnımda şişkin olan bir bölgeyi kendi kendime sıkıp evet evet, işte, kese oluşmuş diyorum, vee sonuç: bağırsak düğümlenmesi! Evet, tüm semptomlar aynı, ben o an bağırsak düğümlenmesi yaşıyorum paniğiyle gecenin bir yarısı ailemi iki saat mesafelik yoldan çağırdım. Ertesi sabah apar topar hastaneye gittik, koşa koşa doktora, “bende bağırsak düğümlenmesi oldu, bir bakın” dedim. Adam tuhaf tuhaf baktı yüzüme, muayene etti. “Nereden çıkardın” dedi “bağırsak düğümlenmesini?”  E dedim, tüm tanımı yaşadıklarımla birebir tutuyor, okudum internetten.Öyle mi” dedi doktor hafif sesini yükselterek, “demek internetten okudun. Ben kaç sene okul boşuna okudum o zaman, pardon” dedi.

Kızardığımı hatırlıyorum. “Bağırsak düğümlenmesinde böyle kapıdan koşa koşa gelemiyorsunuz hanımefendi” dedi, “ben size gelmek durumunda kalıyorum Allah korusun.”

Doktorun muayenesi sonucu bende “irritabl bağırsak sendromu” olduğu ortaya çıktı. Spastik kolon da deniyor. Benim bağırsaklar üzerinize afiyet spastikleşmiş. Bazı ilaçlar, belirli bir rejim, bir de psikolog önereceğim dedi doktor. Sana tavsiyem, dedi, patronuna kızıyorsan git konuş, anana babana kızıyorsan, git bağır çağır, sevgiline kızıyorsan kavga çıkar, içine atma, özel insanmış gibi davranma, biraz Ayşe, Fatma ol canım, dedi. (Tüm Ayşe ve Fatma’lardan özür diliyorum.)

İrritabl Bağırsak Sendromu Nedir?

Toplumumuzda en çok görünen sindirim sorunlarından biriymiş. Karın bölgesinde rahatsızlık/hazımsızlık  hissi, şişkinlik, ağrı, ishal ya da kabız olarak seyrediyor. Sindirim sistemi iyi çalışmıyor. Kaslarda bir hassasiyet var. Ben hayatımın çok fazla bir bölümünü kabızlık çekerek geçirdim. Çok hafif bir yemek bile yesem iki porsiyon kebap yemişim gibi kalktığım çok oldu sofradan. Anlatılmaz yaşanır bir sıkıntı.

Neden oluyor?

Bazı yiyeceklere hassasiyetin var, gün içinde hareketsizsin ve psikolojik durumunda bir sıkıntı yaşıyorsun. Bunların hepsi biraraya gelince nurtopu gibi spastik bir kolon rahatsızlığın oluşuyor. Doktorum bana dişlerimi, yumruğumu sıkar gibi bağırsaklarımı sıktığımı söyledi.

Nasıl geçecek?

*Hangi besinleri tükettikten sonra bu şikayetin arttığına dair biraz dedektifçilik oynayarak.

*Ana öğünlerin yanı sıra ara öğün de yiyerek, sık ve az beslenerek.

*Acele yemek yemeyerek.

*Tuvalete vakit ayırarak. (bu benim hiç yapmadığım bir şey mesela)

*Düzenli fiziksel aktiviteler yaparak.

*Gün içinde en az 15 dakika meditasyon yaparak.

*Lifli yiyecekler yiyerek.

*Laksatif meyvelerden hoşaf, komposto yapıp içerek.

*Bol su içerek.

*Bol çorba içerek.

*Probiyotik yoğurt tüketerek.

*Bitki çayı içerek.

*Yağlı ve gaz yapan yiyecek/içeceklerden sakınarak.

Aslında farkındaysan,  sağlıklı yaşayarak, anlamına geliyor bunlar.

Bu arada, hastalıkların hepsinin psikolojik durumumuzla ilgili olduğunu söyleyen pek çok araştırma var. Son zamanlarda okuduğum iki kitaptan bahsetmek isterim bu noktada. İlki Metin Hara’nın ilk kitabı Yol. Metin Hara, Çapa Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon mezunu, İnsana Güven merkezinin kurucusu bir genç. Metin, kitabında insan bedeninin mükemmelliğinden, ihtiyacımız olan her şeyin içimizde zaten var olduğundan bahsediyor. Hastalık dediğimiz kavramın aslında vücudun içerideki organizmalarla savaştığının göstergesi olduğunu söylüyor. Ağrı dediğimiz şeyin bize neyin yanlış gittiğini söylemesine izin vermemiz gerektiğini söylüyor.  Önce zihin, sonra beden hastalanır, diyor. Uzakdoğu, tıbbi hastalıkların zihinsel nedenleri üzerine kurulmuştur diye anlatıyor. Amerika’da yapılan araştırmalarda belirli psikolojik yapıların belirli hastalıklara daha sık yakalandığı saptanmış. “Mesela meme kanseri vakaları fedakar yapıdan, karaciğer problemi öfkeden, mide problemleri stresten, bel ağrıları sorumluluk altında olmaktan, diz problemleri inatçı ego ve gururdan, diyor. Metin Hara kitabında tüm organlarımızı tek tek ele alıyor. Bağırsakla ilgili söyledikleri şöyle: İnce bağırsak problemleri, yaşananları hazmedememekle ilgilidir. Kalın bağırsakla ilgili rahatsızlıklar ise, artık ihtiyacımızın olmadığı şeyleri bırakamamakla ilgilidir.”

Metin Hara’nın Yol ve Dem kitaplarını tavsiye ederim. Kişisel Gelişim ile ilgili lütfen önyargılı olma. Evet, her önüne gelen kişisel gelişimci, her önüne gelen koç, herkes kitap yazıyor ama şöyle düşün lütfen, her önüne gelen müzik de yapıyor ama bazı müzisyenlere kulak veriyorsun değil mi, albümünü dinliyor ve aa bu farklıymış, diyorsun. Aslında algıda seçicilik söz konusu. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, artık herkes her şey! Bu yüzden her konuda seçici olmayı bilmekte fayda görüyorum.

 

Şu an elimden düşürmeden okuduğum, hatta bir ders gibi, defterimle kalemimle birlikte çalıştığım bir diğer kitap da bana hastalıklarla ilgili benzer şeyler söylüyor. Louise Hay imzalı bu kitabın adı Sağlıklı Yaşam İçin Kendini Sev. Bu kitapta da sindirimle ilgili şunlar yazıyor: “Sindirim sisteminiz bedeninizde beynin yardımı olmadan işlevini yapan tek sistemdir, bağırsakların sindirim sistemine bazen “ikinci beyin” adı verilir. Sindiriminizin en iyi yanı, seçimleriniz ne kadar sevgi dolu olursa, o kadar sağlıklı olmasıdır. Genleriniz dışında sindirim sorunlarını artıran en önemli etkenler yaşam biçiminizle ilişkilidir. Sindirim beyinde başlıyor. Daha fazla lif tüketimi, bol su içmek, yeterli uyku, egzersiz ve stresin azaltılması elbette harika ilkeler. Fakat bunların yanı sıra düşüncelerinize de dikkat etmenizi öneriyoruz. Dışkının metafiziksel anlamı yaşamı içeri almak, bize yarayanları özümsemek, gerek duymadıklarımızı bırakmaktır. Neyi, ya da kimi sindiremiyorsunuz? Yediklerinizi sindirmenizle yaşamı sindirmeniz arasında bir bağlantı var.  Korktuğunuz sürece yaşamı sindiremiyorsunuz. Bağışıklık sisteminin yaklaşık %70’iden fazlası bağırsakta konumlanır. Ne yerseniz, osunuz. Bedendeki serotoninin %90’ı da bağırsaklarda bulunur. Beyindeki duygular sindirim sistemini etkiler.  Bağırsaklarınız ne hissettiğinizden, nasıl davrandığınızdan, nelere odaklandığınızdan, uyuyup uyumadığınızdan, bütün olarak sağlığınızdan ve yaşamdan keyif almanızdan sorumludur. Burada irade de devreye giriyor. İnsan bedeni bir mucizedir. Ona iyi bakarsanız, ona iyi şeyler gönderirseniz, o da size iyi cevap verir. Kilo almak vücudun kendini korumaya almasıdır.”

İki kitapta da çok fazla ortak nokta ve bilgi vardı, bunlar sadece küçük bir kısmı; özellikle bu postta ele aldığım konu bağırsak sendromları olduğu için bu alıntıları yapmak istedim. Böylelikle sana iki tane de nur topu gibi kitap önerisinde bulundum.

Velhasıl, benzer bir sıkıntı yaşıyorsan sakın bu yazımı okuyup teşhisini kendin koyma. Önce bir doktora, bir uzmana görün. Daha sonra gerçekten senin de sıkıntın buysa, buradaki okumalar işine yarayabilir, tekrar dönüp bakarsın. Ben ettim, sen etme, Google amcaya çok güvenme.

Yoga’ya Başlıyorum!

Ben üniversitedeyken, yani yıl 90’ların sonuyken duymuştum yogayı ilk. Şöyle bir incelemeyle ürktüğümü hatırlıyorum. Zor ve herkesin yapamayacağı bir aktivite olduğunu düşünmüştüm. Nefes çalışmaları, doğru nefes almak ile bağını duyunca ise bir yandan ilgilenmiş, bir yandan da yine ürkmüştüm. Bende astım var, nefes borum dar olduğundan özellikle ilkokul ortaokul lise yıllarımda epey rahatsız edici derecede nefes darlığı çektim.

Biraz şu astımdan da bahsedeyim aslında. Babam astım hastası, onunki biraz ciddi boyutlarda, kriz gelebiliyor, fısfıs kullanmadan düzelemiyor, kendini çok kötü hissettiği günler oluyor. Benim de çocukluğumdan beri nefesim yetmiyormuş gibi fazla fazla çekerdim burnumdan havayı ve annem bunu fark edip tanıdığı doktorlara sorduğunda, “psikolojik psikolojik” deyip geçilmiş, ciddi bir şekilde muayene edilmemişim. İçine kapanık bir çocuktum, empatik olduğumdan, fazla hassas bir çocuktum, buna bağlamışlar. Spora falan yazdırmışlar beni, bir de rahatlatıcı şuruplar falan vermişler. Yıllar sonra bir gün bir Rotaract toplantısında yanımda bir doktor oturuyordu ve laf lafı açınca nefes darlığım var dediğimde beni hastanesine çağırmıştı. Yapılan tetkikler sonucu kalıtımsal olarak nefes borumun bir parça dar olduğu ortaya çıktı. Almam gereken nefesin %70’ini alabiliyormuşum. Ama bu düzelebilecek bir durummuş. Psikolojik nefes darlığı diye bir hastalık olamaz, dedi doktorum, psikolojik durumun, bunu artıran, tetikleyen bir etmendir, dedi. Yani dar bir nefes borusu ve empatik bir ruhu birleştirince ortaya nefes darlığı çıkması epey doğal. Hayatım boyunca hiç sigara içmedim çok şükür, fakat o zaman doktor bana da babamın kullandığı fısfıslardan verdi, bir de spor yap gerçekten, aç nefesini dedi.

O dönem kullandım fısfısları ihtiyaç hissettikçe. Spora da bir yazıldım bir bıraktım, bir stepteyim, bir aerobikte, bir sabah yürüyüşlerinde, ama sonra bıraktım hep, devam etmedim. Şimdiki gibi sağlıklı yaşam manyaklığım yoktu 🙂

Zaman içinde nefes darlığım düzeldi, şu an neredeyse hiç hissetmiyorum. Hele ki düzenli spordan sonra gerçekten nefesinizi açabiliyorsunuz. Ben azıcık koşsam tıkanan bir insandım, şu an tıkanma nasıl bir şeydi hatırlamıyorum, hatırlamak da istemiyorum.

Velhasıl, o dönemlerde yoga da beni korkutan, “benlik değil” dediğim ve uzak durduğum bir aktiviteydi. Fakat spiritüel okumalarımda da hep karşıma çıkıyordu.

Son dönemde yoga çok moda, biliyorsunuz. Hiç ilgilenmeyenin bile dimağında yogaya ait birtakım bilgiler var. Her yer yoga kursu, yoga merkezi. 5 arkadaşınızdan biri yoga etkinliğine katılıyor, yalan mı? Etrafta yoga matları, kıyafetleri satılmakta. ( Kişisel gelişim gibi, meditasyon gibi, içi de boşaltılmış bir disiplin maalesef. ) Eh, hal böyle olunca, bir tık daha fazla bilgi almak, neymiş ne değilmiş yakından görmek kolaylaştı benim için de.

Birkaç kez izledim yapan arkadaşlarımı. Sonra da cesaret edip bir yoga kampına gitmeye karar verdim. İki sene önce karşıma Datça’da gerçekleşecek bir yoga kampı çıktı. İstanbul’dan iki adet kadın yoga hocası düzenliyordu. Hocalardan Ece de Datça’da yaşayan arkadaşım Zeren’in en yakın arkadaşlarından biri çıkmadı mı? Canım tesadüflerim!

 

Topladım çantamı, aldım matımı, çıktım yola. İyi ki de çıktım. Ovabükü’nde Melinda Pansiyon’da kaldık. Her sabah ve her akşam birer saat başlangıç seviyesinde yoga yaptık. Beni bu kadar enerjik kılacağını hiç bilemezdim. Sabah yoga bittiğinde, kahvaltıya ve denize saldırdım adeta. Enerjimi devam ettirmek, hareket içinde olmak istediğimi hatırlıyorum. İlk gün dışında erken uyanmak da hiç zor olmadı, hatta bayıla bayıla uyanmaya başladım. Yoga bitişinde bazı aromatik yağlarla başımıza masaj yapıyordu Ece, yaklaşık bir 10 dakika uzanarak meditasyon yapıyor/dinleniyorduk. Nefisti, nefis.

 

Döndüğümde kendime bir yoga DVD’si aldım. Birkaç gün yaptım evde kendim, sonra bıraktım. (Kişisel disiplinim pek yok sanırım. ) Sonra evime yakın bir yoga merkezi keşfettim. Yoga Şala’da birkaç kez yoga çalışmalarına katıldım. 2015’te Moda’da bir açık hava yoga etkinliğine katıldım kuzenimle birlikte. Böylelikle Erol Benjamin Scott ile tanıştım, kendisi çok güzel etkinlikler düzenliyor ve bize yoga ile ilgili sık sık bilgi e-mailleri geçiyor.

Fakat henüz spor gibi, sağlıklı beslenme gibi, hayatımın bir parçası haline getiremedim doğrusu. Geçtiğimiz günlerde Caddebostan’da açık havada bir yoga etkinliği vardı, ona katıldım, aslında kaç zamandır yapmadığım için biraz zorlandığımı söylemem gerek. Yoga zor bir şey mi ki dersen, aslında vücudun biraz esneklik kazanması gerekiyor. Acele etmemeyi de öğrenmek gerekiyor. Bedenine hakim olmayı öğreten bir disiplin zaten yoga, yaparken kendinle ilgili pek çok şeyi fark ediyorsun. Bir nevi meditasyon, ama hareketlisi ve aktif olanı diyebiliriz aslında.

 

Genel anlamda yoga nedir sana biraz kendi bildiklerimden bahsetmek isterim ve biraz da şahsen ne gibi duygular hissettiğimi anlatabilirim yoga yaparken.

Sanskrit dilinde kullanılan Yuk, yok, yuj sözcüklerinden türemiş. Bütünleşmek, birleşmek anlamına geliyor. Yoga’nın yapılma sebebi de doğayla, evrenle, benliğimizle, özümüzle birleşmek, bütünleşmek, yani aslında zaten bir olduğumuzu hatırlamak. Hem fiziksel, hem zihinsel hem de ruhsal bedeni olumlu etkileyen bir disiplin. Milattan önce üçüncü yüzyıl kalıntılarında lotus pozisyonunda oturan adam görselleri bulunmuş. Çin’de, Tibet’te de benzer heykellere rastlanmış. İndus vadisinde, Hindu toplumunun atası olarak bilinen İndus medeniyetinin yoga hareketleri ile felsefesini bir yaşam biçimi olarak benimsediği kanısı oluşmuş.

 

Yoga aktif hareketlerden oluşan bir etkinlik olsa da, yogaya basitçe sportif bir etkinlik olarak bakamayız. Yoga felsefesinden kasıt ta bu. Doğru egzersiz, doğru beslenme, doğru nefes, doğru rahatlama/gevşeme ve doğru meditasyon ilkelerini benimseyen bir yolu işaret ediyor yoga.

Batı dünyasının yogayı keşfi 1800’lere dayanıyor. 1893 yılında Chicago’da World Parliament of Religions toplantısında Hint guru Vivekananda ilk kez yoga hakkında evrensel bir konuşma yapıyor. Yine 1946 yılında Paramahansa Yogananda’nın yazdığı Bir Yoginin Otobiyografisi, batıda da çok ilgi çekiyor. 1961’de Richard Hittleman Sağlık için Yoga kitaplarını yazmış. 1960’ların sonunda Woodstock kuşağı tabir edilen gençler yogayla ilgilenmeye başlıyor, aynı yıllarda Hare Krişna hareketi tanınıyor. Beatles üyesi George Harrison 1969’da The Hare Krishna Mantra adlı 45’liği çıkarıyor. 1970’ler, New Age çağı malum… O dönemde de ilerki postlarımda sıkça bahsedeceğim Osho’nun felsefesi Batı’da büyük yankı uyandırdı.

Bu postta sana yoga ile ilgili bazı bilgileri çok eğlenerek ve çok şey öğrenerek okuduğum Acemi Yoginin Elkitabı – Yeni Başlayanlar İçin Yoga kitabından derledim. Esra E. Karaosmanoğlu imzalı bu kitabı edinmeni tavsiye ederim, eğer sen de benim gibi yogada yeniysen ve sıkılmadan, eğlenceli bir şekilde, neymiş bu yoga gibi sorularının cevaplanmasını istiyorsan…

 

Ben kişisel olarak yoga yaparken öncelikle bedenimle ne kadar da bağlantıda olmadığımı fark etmiştim. Hani hep ruhla, özle kontakta olmayı konuşuruz ya, sanki bedenimiz, zaten dışarda olduğu için onunla çok bağlantıdaymışız, ya da onunla bağlantıda olmak diye bir şey yokmuş gibi gelmiş bana o zamana kadar. Beden zaten belli, ben ruhuma ulaşayım derken bedenimi gerçekten de görmezden gelmişim adeta. Spor yaparken hareketlerimiz daha hızlı ve tempoludur. Bir hareketi birden fazla yapmaya ve terlemeye, kalbimizin atışını artırmaya, kaslarımızı güçlendirmeye, yağları yakmaya odaklanırız daha çok. Müzik vardır genelde sözlü ve hareketli. Bedenimiz için yapıyor olsak da hareketleri, çok da kendi bedenimizin farkında olarak yapmayız bunu çoğu zaman. Hız ve dış etkenler aktiftir daha çok. Yoga ise bana meditatif spor gibi geliyor. Acelemiz yok. Terlemeye, kas geliştirmeye ve yağ yakmaya odaklanmış değiliz. Müzik yok, ya da  sakin, genelde sözsüz, belki mantra*lı müzikler var. Yoga hocamız varsa onun yönlendirmeleriyle kendimize döndüğümüz sakin bir hal içerisindeyiz. Kendi kendimize yapıyorsak da aynı şekilde. Bedenimizin pek çok yerini hareket ettiriyoruz, hatta bunlar bedenimizi, kaslarımızı zorlayıcı hareketler de olabiliyor. Bu sayede aslında o anda bazı ağrılarımızı da fark edebiliyoruz. Bazı esnekliklerimizi de fark ediyoruz. Bedenimiz bizimle konuşuyor. Buna vakit var. Yogada zorlama da yok, yoga hocalarımız yönlendirmelerini yaparken her zaman bu konuda uyarırlar, zorlanıyorsanız bırakın derler. Yoga hocalarımızın yönlendirmelerinde en sevdiğim, en ilgimi çeken kelime “araştırma” kelimesidir. Bir hareketi deneyimlememizi isterken  bedenimizin bize o anda hissettirdiklerini “araştırma”mızı ister hocalarımız. O an tamamen bize ait çünkü, örneğin üst bedeninle sola doğru döndün, o anda kendinlesin, neler geçiyor zihninden, bedenin bu hareketi sana ne hissettiriyor, kendini nasıl hissediyorsun, bunları hissedebiliyorsun o an. Kendinle bağlantıdasın işte. Kendi bedenini sevdiğini fark ediyorsun çoğunlukla. O senin çünkü, sana ait, bunu fark ediyorsun. Belki de biraz ilgiye ihtiyacı var senin tarafından, bunu fark ediyorsun. Ben yogada egomla çok karşılaşıyorum. Hareketleri doğru yapmaya çok takıldığımı fark ediyorum mesela, ya da nasıl göründüğümle. Dışardan kendimi görmek istiyorum o an bazen. Bir hareket zor geldiğinde buna üzüldüğümü, daha iyi yapabilmek istediğimi fark ediyorum. Bu kişisel olarak üzerinde çalışmam gereken bir konu mesela. Büyük ihtimalle mükemmeliyetçiliğimle ilgili bir durum var orada. Kendimi yargıladığım, zorladığım konular var. Bunu fark ediyorum. Öte yandan, tıpkı meditasyonda anlattığım gibi, kendine ayırdığın bir zaman olduğu için içten içe şımarıyorsun. Seni iyi ve değerli hissettiren bir süreç yoga.

Bu arada, yoganın içinin boşaltılmışlığı ile ilgili muhteşem bir makale okumak istersen burada.  Türkçesi ise burada.

Elephantjournal.com, yeri gelmişken tavsiye edebileceğim, içi boşaltılmamış kişisel gelişim için mükemmel bir İngilizce kaynak.

Son önerim de, yolculuk postumda bahsettiğim arkadaşım Arzu’nun Feel Good isimli youtube kanalı olacak. Namaste!

*mantra:  Genelde Sanskritçe olan, zihni boşaltmak, konsantrasyonu artırmak,  için tekrarlanan hece, sözcük ve sözcük gruplarının melodiyle birleşmesi