29 Haziran 2013 tarihinde Türkiye’de Koç Ulusal Meslek Standardı ile koçluk meslek olarak resmen tanındı ve böylelikle 29 Haziran Türkiye Koçluk Günü ilan edildi. Bu vesileyle ilk koçluk akreditasyonumu aldığım International Coaching Academy (ICA) Türkiye akreditasyonlu eğitmen ve koçlar olarak 29 Haziran akşamı Instagram ve LinkedIn ortak canlı yayınında koçluğun detaylarıyla ilgili sohbet edeceğiz. Ben mindfulness temelli koçluktan ve koçluğun sınırlarından bahsedeceğim dilim döndüğünce, zaman yettiğince. Aşağıdaki hesaplardan bağlanabilirsiniz.
Bugün 15 gün olmuş, Korona‘dan dolayı kendi olağanüstü halimi başlatalı.
İlk 5-6 gün oldukça keyfim yerindeydi. Sonraki 5 gün biraz zorlanmaya, olumsuz düşünceler fark etmeye başladım ve biraz endişelendim. Sonra yine sakinledim. Anlayacağın, inişli çıkışlı bir süreç, eminim çoğumuz için de bu böyledir ve bu gayet doğal.
Sağlığımız. Sevdiklerimiz. Onlardan uzak oluşumuz. Özlem. Onların sağlıkları için endişe. Nereye kadar ev hapsi olacağı. Yalnızlık. Ekonomik durumlar. Hayatlarını kaybedenler. Hastalığı ağır geçirenler. Evden çıkmak, çalışmak zorunda olanlar. Çalışamayıp evini nasıl geçindireceğini düşünenler.
Bütün bu kaygılardan uzak olmak kolay olmuyor. Ancak yapabileceğimiz tek şey kendimize iyi bakmak. Her açıdan.
Zaten evde bol bol vakit geçiren, yalnız yaşayan, yalnızlıktan oldum olası çok keyif alan, kendini “eylemek” konusunda başarılı biriyim. Bunu toplu halde yapınca aslında daha bir mutlu hissettim kendimi. Bir süre sonra ise arkadaşlarımla kalabalık ortamlarda birlikte olduğumuz fotoğraflara bakıp iç geçirdiğimi fark ettim. İnsanoğlu işte, mecbur olmadığında, kendin, seçerek, aylarca kalabalıklara girmeyebiliyorsun ama mecburiyet olunca her şey gözünde tütüyor. Çok sevdiğim bir insanın hatırlatışıyla: insanız yahu!
Büyükada’dayım ve bunun avantajını hatırlattı komşularım, gerçekten de öyle, çok şükür.
Ayrıca bana gülmeyin ama, son zamanlarda dualarımda ve şükürlerimde internetin icadında katkısı olan herkes var, ciddi ciddi. Bilgiye güncel ulaşmak, eğlenceye ulaşmak, iletişim kurabilmek, görüntülü aramalar yapabilmek. Alışveriş yapabilmek. Çok şükür.
İşin ilginç tarafı, internet, 1960’lı yıllarda, nükleer savaş sırasında askeri haberleşmeyi güvenli olarak sağlamak amacıyla, bilgisayar ağı geliştirmek üzerine bir proje başlatılması sonucu meydana gelmiş bir sistem. Yani virüsün kötü bir şey olup, iyi sonuçlar elde etmesi gibi, maalesef savaş gibi olumsuz bir durum da olumlu sonuçlar doğurabilmiş. Yani dualarımdaki kişiler belki de kötü niyetliydi, ancak aslında duam tabii ki öze. Özde bunun olması gerekiyordu ve o kişiler sadece aracı oldular. Neyse, derin konu.
Beni takip ediyorsan, bildiğin gibi yıl başından beri Adalar Kültür Derneği‘nde meditasyon dersleri vermeye başlamıştım her Pazar. Evlere kapandığımızdan beri her Pazar google hangouts sayesinde meditasyon derslerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Meditasyon hocamın grubumuza özel skype buluşmaları da oluyor. Ne kadar iyi geldiğini anlatamam. Meditasyon, şu an yaşadığımız sürece öyle bir merhem ki…
Ücretsiz çok güzel günlük online meeting’ler var, her konuda. Bugün koçlukla ilgili bir zoom toplantısına katıldım, inanılmaz verimliydi.
Profesyonel bir kameram olmadığı için, Şermin’ciğimden destek alamadığım için youtube çekimlerime bir süre ara vermek durumunda kaldım. Ancak bu süreçte Tanrılar Okulu ve Empat Olmak Ne Demek videolarıma çok güzel yorumlar geldi, oradan da güzel iletişimler oldu.
Baktım video çekip anlatmak istediklerimi anlatamıyorum, ben de bir podcast kanalı açtım. Artık sustur beni susturabilirsen. Spotify Podcast’lerinde Zararsız Yaşam diye ararsan ulaşabilirsin. Spotify kullanmıyorsan: anchor.fm/meliszararsiz.
Bu hafta ve haftaya instagram hesabımdan canlı yayınlarım da olacak, hem de sağlıklı yaşam ve yoga sohbetleri olacak bu canlı yayınlarda, yani yalnız olmayacağım.
Online meditasyon derslerime katılmak istersen lütfen Adalar Kültür Derneği ile iletişime geç.
Instagram ve podcast yayınlarımı takip edersen lütfen yorumlarını benden esirgeme.
Bu Pazar konumuz duygulardı. Dersimize ise yoga workshop’ından çıkmış öğrenciler misafir oldular. Katılımları için çok teşekkür ederim.
Duygulardan şöyle bahsettik. Herkes çeşitli duygular hisseder ama bu duyguları ifade etme ve deneyimleme biçimi kişiden kişiye değişiyor. Psikolojide duygular, fizyolojik, davranışsal ve bilişsel tepkilerle gelen kişisel deneyimler olarak adlandırılıyor.
6-8 temel duygunun varlığı yaygın olarak kabul edilmiş durumda. Hepimiz bu duygularla dünyaya geliyoruz belli ki.
Mutluluk, Üzüntü,
Korku, Şaşkınlık, Öfke, Sevgi, Nefret ve Utanç.
Her şey çocuklukta başlıyor. Ebeveyn olarak çocuklarımızın duygularına nasıl tepki verdiğimiz, onların duygusal zekâlarının gelişimi üzerinde önemli bir etki yaratır. Çocukların duygularını görmezden gelirsek, onaylamazsak, onların duygularını nasıl yöneteceklerini öğrenmelerini engellemiş oluruz. Örneğin korkusunu ifade ettiğinde alay edilen ya da aşağılanan bir çocuk, bir sonraki korku duygusu hissettiğinde utanç duyar. Duygusunu yaşayamaz.
Duygularımız
kültürümüzün, eğitimimizin, cinsiyetimizin ve yaşadığımız ülkenin de bir
parçasıdır.
Ultrason kullanımı sayesinde, doğmamış bebeklerin gülümsediğini ve hatta ağlama gibi ifadeler gösterdiklerini keşfetmişler. Bu, ana rahmi gibi sessiz ve sakin bir yerde bile, insanların çoktan “harekete geçmeye” başladığını kanıtlıyor. Hayatta kalmalarını garanti edecek bu içgüdüsel ve temel dilde eğitime başlıyorlar. Darwin, duygularımızın nihai hedefinin adaptasyon, hayatta kalma ve birlikte yaşama olanaklarını kolaylaştırmak olduğunu söylemiş, tıpkı stres gibi, o zaman onları korkmadan, saklayıp gizlemeden yaşayabilmeyi, açığa çıkarmayı öğrenmeliyiz.
Her duygu
vücutta farklı fizyolojik tepkiler yaratır. Ce-e diye ortaya çıkan birinden
korktuğunuz ve şaşırdığınız için kalp atışınız hızlanır, kaslarınız gerilir,
sıcaklığınız yükselir. Beyinde de bilişsel faaliyetler olur.
Duygular geçicidir. İngilizcede duygu: Emotion: motion hareket demek. Ruh hali ise daha uzun sürer.
Duygular istemsizdir. Hissedeceğimiz duyguya çoğunlukla karar veremeyiz. Duygusal zekamızı geliştirerek bu duyguları yönetebiliriz.
Farkındalık ile meditasyon teknikleri el ele gidiyor malum. Bilinçli olarak, farkında ve anda olma hâlinin ve bu hâlin hayatımızın ayrılmaz parçası olması niyetinin gerçeğe dönüşmesi, meditatif uygulamaları belirli bir özdisiplin ile hayatımızın içine almamızla mümkün oluyor ancak. Aynı şekilde, duygusal zekânın, varsa var, yoksa yok şeklinde bir tarafının olmadığını, geliştirilebilir bir kapasite olduğunu da biliyoruz. Duygusal ve Sosyal Zekâ bileşenlerini geliştirmek için uygulanabilecek pek çok metot var ve yine işin içine özdisiplin giriyor. Konuya bu bakış açısıyla yaklaştığımızda, Dalai Lama’nın farkındalığın doruklarında bir çeşit Nirvana yaşadığını, Daniel Goleman’ın ise bir duygusal zeka tanrısı olduğunu hatırlayalım. Ancak her ikisi de bu konuların tanrısı olduklarını kesin bir biçimde reddediyor. Bu konudaki söylemlerinin ise ortak bir noktası var; “sürekli ve vazgeçmeksizin kendi üstümde çalışıyorum” diyorlar. Hal böyle olunca duygusal zekası en güçlü insan veya “en” farkındalıklı insan şeklinde bir tanımlama yapmak da kendimizden bu tür bir beklenti içinde olmak da anlamsız. Bu noktada asıl odaklanılması gereken konu şu; “İnsanın duygusal ve düşünsel olarak bütünlenmesi ve kendisi olabileceğinin en iyisi olmaya yönlenmesi”. Konuya bu noktadan bakıldığında duygusal zekanın ve farkındalık öğretisinin birbirini besleyen çok önemli iki disiplin olduğunu görüyoruz.
Duygusal
zekanın gelişmesi de farkındalığın artışı da aynı sonuca vardırıyor:
Yargılama yapmadan (kendine ve başkalarına ve olaylara) gözlem yapma yeteneğini geliştirmek, olanı olduğu gibi değerlendirmek.
Zihinsel süreçlerimize derin bir bakış açısı ile yaklaşmak ve kendi zihinsel aktivitemizin dinamiklerini fark etmek.
Düşüncelerimiz, duygularımız, söylediklerimiz ve davranışlarımız arasındaki bağı fark etmek ve bu anlamda bilinçli farkındalık düzeyine gelmek.
**Özdisiplin her ikisini de geliştirmenin olmazsa olmazı, şüphesiz.
Duygusal zeka öğretisi ve farkındalık, bizim genetik zekâmızda mevcut aslında Anadolu toprakları, farkındalık öğretisinin ve duygusal zekânın en önemli temsilcilerine yuva olmuştur. Yunus Emre, Mevlana ve daha niceleri bu öğretiyi çoktan zihinlerimize ekmişler. Bu spiritüel konuları temel alan tüm kitaplarda Mevlana ya da Yunus Emre’den alıntılar bulursunuz.
Meditasyon modern dünyada,konforlu, kalıcı ve sürdürülebilir öğrenmeyi mümkün kılıyor. Herkes mutlaka inzivaya çekilecek diye bir şey yok, modern toplumun koşturması ve iş hayatı içinde de iş doyumu, artan verimlilik, duyguların denetimi, aidiyet, çatışma, öfke ve stres yönetimi gibi gelişim konuları meditasyonun olumlu yan etkileri haline geliyor.
Duyguların İfade
Edilebilmesi
“Bir duygu acıya neden olmaz. Asıl acı ve ızdıraba yol açan şey, bir duyguya direnilmesi veya bir duygunun bastırılmasıdır.” – Frederick Dodson
Bazı bireyler duygularını çok kolay dile getirebilirken, bazıları duygularını içine atarlar ve kendi içlerinde yaşarlar. Bu farklılığın sebebi çocukluğa dayanmaktadır. Özellikle içinde yaşamış olduğumuz toplumun kültürel yapısı göz önüne alındığında kadınlar neşelerini, erkekler de üzüntülerini dile getirmekte daha fazla güçlük çekerler. Ayıp, yakışmaz gibi toplumsal kurallar yüzünden…
Psikanalitik teoriye göre, kişinin geçmişte yaşamış olduğu, travmatik durumların rahatsızlık verici duygu yükünü boşaltarak, rahatlaması ve arınması gerekiyor. Kişi duygu yükünü konuşarak atamadığı noktada beden bu duyguyu yaşamaya ve dışarıya aktarmaya çalışır. Özellikle yaşanan olumsuz duygular dışarıya ağzımızdan çıkarak ifade edilmediğinde beden, geçmeyen baş ağrıları, sebebi bilinmeyen karın ağrıları, hatta panik ataklar ile duyguları ifade etmeye, kendinden atmaya çalışır. Bedenimiz bizimle hep konuşur ve sinyalleri verir. Bundan dolayı duyguları yaşayıp ifade etmenin zihinsel ve bedensel sağlığımız üzerinde çok büyük etkisi vardır.
Hem bireysel ruh sağlığımız, hem de ikili ilişkilerimizde problem yaşamamak adına duygularımızı ifade etmenin yöntemlerini bulup duygusal zekamızı geliştirebilmeliyiz.
Duyguları ifade edebilmek için ilk önce duygularımızı tanımamız gerekiyor. Olumsuz bir olay yaşadığınızda ilk önce bedeninize odaklanın. Ne hissediyorum ve bedenimde ne oluyor sorusunu kendinize sorun. Daha sonraki aşama ise hissettiğimiz duyguyu karşı tarafa aktarabilmek. Burada önemli olan karşı tarafa nasıl hissettiğimizi düzgün bir şekilde ifade etmemiz. Şu an kızgın hissediyorum, bu yaptığın duygularımı incitti, bu söylediğin beni şaşırttı, üzdü, kırdı, sevindirdi vs… Öfke güçlü bir duygu, enerjisi kuvvetli. Yıkıcı ve saldırgan olmaması için doğru zamanda, doğru şekilde ifade edilmelidir. Belki kendi kendimize meditasyon çalışmaları yaparak, kendimizle yüzleşerek, ağlayarak, bağırarak, şarkı söyleyerek, dans ederek de bu enerjiyi içimizden dışarı atabiliriz.
Ayrıca hissetmiş olduğunuz her duyguyu tanımlamaya çalışın. Şu anda hissettiğim duygu nedir? Genelde tanımsız kalıyor duygular, karışıyor, o zaman boşlukta hissediyoruz. Duygularınız güçlüyken bir defter tutup deftere yazmanızı öneririm. O duygu yükünü boşaltmanıza ve ne olduğunu anladığınızda rahatlamanıza yardımcı olacaktır.
Osho diyor ki;
İnsanlık ne yazık ki bastırılmıştır. Bireyler arada bir
doğal olarak öfkelenmek yerine öfkesini topladı, bastırdı ve o kadar çok zehirle
doldu ki bu bir dünya savaşı haline geldi.
Bastırarak, yaşamamız gerekmeyen bir hayatı yaşıyoruz.
Bastırarak yapmayı istemediğimiz şeyleri yapıyoruz. Bastırarak olmadığımız biri
gibi oluyoruz. Bastırarak kendi özümüzü yok ediyoruz. Yavaş bir intihar denebilir
buna. Psikologlar hastalıkların yüzde yetmişinin bastırılmış duygulardan
kaynaklandığını söylüyor. O kadar çok öfke ve nefret birikiyor ki, kalp
zehirleniyor.
Öfkelendiğimizde, başkası aslında konu dışı. Öfkemizi
başkasının üzerine kustuğumuzda bir zincir oluşturuyoruz, o da bir tepki
verecek ve bu büyüyecek. Öfke hissettiğimizde koşabiliriz, bağırabiliriz.
Osho aslında şunu demek istiyor: Yemek bozuk olduğunda yemeği yapan kişinin üstüne kusmuyoruz. O yemeği biz yedik, gidip tuvalete kustuğumuzda rahatlıyoruz. Öfkemizi de bedenimizde tutmamalıyız. Öfkeyi fark ettiğimiz anda koşabiliriz, zıplayabiliriz, ağlayabiliriz, bağırabiliriz, şarkı söyleyebiliriz. Böylelikle enerji akışkan olsun, kozmosa geri dönsün. Problemin içine girip yeni bir problem yaratmayalım.
Öfkenin içine gir, onu uzun uzun düşün, tat onu. İçinde
oluşsun bırak. Etrafını bulut gibi sarsın. Tüm acıyı hisset. Senin nasıl
aşağıya çektiğini fark et. Bunu bil. Hakikat özgürleştirir, eğer deneyimlersen.
Engellenen enerjin öfkeye dönüşür. O sana ait bir
hakikattir. Bu nereden geliyor? Kaynağına git. Boşluğa ulaşacaksın. Öyle derine
gideceksin ki bomboş bir alana çıkacaksın. Çünkü o aslında egondu. Sahte
kimliğindi. İncinmiş olan egondur.
Öfke sürekli değildir, anlıktır. Kimseye zarar vermez. Yükselir, iner. Sonsuz sevgiye dönüşür. Bastırıp biriktirirsen zehre dönüşür. Hissettiğin tüm duyguları yaşa. Sonra gözlemle onları. Neler olup bitiyor? Öfkeni mahremiyetinde yaşa ve sonra onu anlamaya çalış. Öfkenin gözünün içine bak. O zaman kaybolacak.
Derste 10 dakikalık bir meditasyon yaptık ve meditasyon esnasında kızdığımız bir konuyu düşünüp, burnumuzdan derin nefesler alarak ağzımızdan ses çıkararak verdiğimiz nefeslerle rahatladık.
Boğaz çakrasından bahsettik.
OM meditasyonunda ise odadaki senkronu, uyumu, müziği ve ahengi görmenizi isterdim.
Haftaya duygular üzerine çalışmaya devam edeceğiz.
İlk dört haftayı bitirdik meditasyon derslerimizde. İkinci ayda bizlerle olmak isterseniz, lütfen Adalar Kültür Derneği’ni arayarak kaydınızı yaptırın.
Adalar Kültür Derneği’nde Farkındalık Sohbetleri ve Meditasyon derslerimiz devam ediyor. Bu hafta konumuz öz-sevgiydi.
Kendimizi seviyor oluşumuz, yaşamsaldır, yani bizi hayatta
tutmak için var olan, doğal bir duygudur. Yani, siz aslında farkında değilseniz
bile rahat olun: kendinizi seviyorsunuz J
Öte yandan da, her şey karşıtıyla vardır malumunuz.
Kendinizi çok sevdiğinizi düşünüyorsanız da aslında kendinizi sevmiyor
olabilirsiniz. Karışık mı?
Kendimizi zaten seviyoruz’dan başlayalım. Burada ego devreye girer.
Ünlü Psikolog Sigmund Freud’a göre kişiliğimiz üç kavram tarafından
şekilleniyor.
İd: Kişiliğin en
ilkel yanıdır, içgüdülerle alakalıdır. Yani bilinçdışı kuralları (kuralsızlık)
işlemektedir. Dış dünyaya uyum kavramı
tanımazlar. Asıl olan dürtülerin tatmine ulaşmasıdır (haz ilkesi). İd bu
dürtülerinin tatmin edilmesinde (boşaltılması) egoyu kullanmaktadır, egoya
baskı yapmaktadır.
Süperego: Toplumsal
değerler, ayıp, günah, yasak, başkalarının hakkı, başkalarına saygı gibi konuların
ortaya çıktığı üst benliktir. Bunları bilmeyen çocuğu bu konularda anne-baba
baskılar. Bir süre sonra anne-baba ortadan kalksa bile çocuğun içinde gelişmiş
olan süperego duygusu, kendi ebeveynlerini yaratır. Yargılayıcı dizge dediğimiz
superegonun insan yaşantısında uç noktadaki belirtisi “suçluluk
duygusu”dur.
Ego: Yaşamda
kalmamız amacıyla, id’de yer alan haz arama güdüsüyle dış dünyadaki gerçekler
arasında denge kurar. Yani insanoğlunun dış dünya ile uyum içerisinde
yaşamasını sağlayan zihinsel işlevler bütünüdür. Gerçeklik ilkesi egoda
hakimdir. Benliğin temel işlevi anlaşılacağı üzere dış dünyaya uyumdur.
Türkçe’ye yerleşen egoist sözcüğünün bu nedenle yanlış kullanıldığı ileri
sürülebilir.
Superegonun (frenleyici, yasaklayıcı) ve idin (haz ilkesi) baskıları altında ego uygun çözüm yolları arar.
Ego gelişmemiş, zayıf kalmışsa, kişi hem idealine karşı büyük bir arzu duyar ve bilinçli dünyasında bu ideali bir gün gerçekleştireceğine derinden inanır hem de bilinçdışında bu idealini hedefe kesin bir biçimde erişmekle tüketmekten korkar. Yani bu durumda başarı korkutucudur. Eğer ego yapısı zayıf olan bir kişinin ego ideali gerçek ve ulaşılabilir bir hedef üzerine kurulmuşsa, başarı korkusuyla baş edebilmek (ve kimlik devamsızlığı içinde kalmamak) için kişi kendi kendini sabote eder. Bu durumda yaşam, görülebilir ama ölene kadar kavuşulamayacak olan bir hedefle mümkündür.
Mükemmeliyetçilik
Uzmanlara göre mükemmeliyetçilik, yüksek standart sahibi
olmak değil, gerçekçi olmayan standartlar koymak demek. İnsanın kendisi
hakkındaki düşünme şekli; davranış değil. Çok çalışmak veya yüksek hedefler
belirlemekle de bir ilgisi yok. Kişinin kendisini sürekli eleştiren bir iç sesi
olması… Sonuç? Aşırı mükemmeliyetçilik; depresyon, endişe, saplantı, beslenme
bozuklukları, kronik yorgunluk, uykusuzluk, kronik baş ağrısı, hazımsızlık,
erken ölüm, hatta intihar gibi bir dizi önemli probleme davetiye çıkarıyor. Oysa
ki hata yapmak ve hatalardan ders alabilmek, yetişkin olmanın bir parçası.
Araştırmalara göre mükemmeliyetçilik, düşük öz saygı ile ilintili.
Egosu gelişmemiş insanlarda iki tip davranış gözlemleniyor.
İlki içine kapalı insan modeli. Kendisini yetersiz bulduğu için kendisini dış
dünyaya yansıtmasında da hep olumsuza odaklanan, kendisini hep kötüleyen insan
tipi.
İkincisi ise megalomaniden narsisizme kadar giden bir çizgi.
Dışardan baktığımızda bu insanları kendilerine aşıklar, kendileriyle fazla fazla
barışıklar, bundan dolayı da benciller diye düşünürüz. Narsisismin de kökeni
kendine saygısı olmayan, egosu gelişmemiş. Suçluluk, utanç duyguları baskın,
ama bunları inkar ediyor.
Daha güçlü bir benlik
algısına sahip olmak, olgun bir ego için ne yapmalıyız?
Meselelere sadece zihnimizle değil, daha güçlü bir benlik
duygusuyla, öz güvenle ve içgüdülerle karşılık vererek hayata karşı daha güçlü
bir duruş sergileyebiliriz. Bu aslında geçmişe takılıp kalmak veya sürekli
geleceği düşünmek yerine bulunduğumuz ana ve mekana odaklanmak anlamına
geliyor. Benlik duygusu, kendinizi nasıl algıladığınızı, nasıl gördüğünüzü
ifade ediyor. Eğer kendinize dair algınız içsel eleştirilerinizle doluysa,
benlik algınız tehlikeli bir konumda olabilir. Özgünlüğünüzü, öz güveninizi ve
hayata dair neşenizi ortaya koymanız zor olabilir. Bu yüzden benlik algınızı
gerçekçi bir şekilde oluşturmalısınız. İşte benlik algınızı oluşturmanın ve
güçlendirmenin püf noktaları:
Hayatta özgün bir benlik algısına sahip olabilmek için
kendinizi tanımalı ve bu konuda gerçekli olmalı, kendinizin farkına
varmalısınız. Zayıf noktalarınızı bilmeli, değerlerinizi, inançlarınızı,
davranışlarınızı, dünyada nasıl varlık gösterdiğinizi ve başkalarıyla nasıl
etkileşim kurduğunuzu bilmelisiniz.
Gelişimin en önemli unsuru, kendini kabul etmekten geçer. İnsanın kendine saygı duyması; performansını, kazanımlarını, kendi değerinin farkına varma duygusunu, kendisiyle ilgili gurur duyulacak şeyleri geliştirir. Ancak performans zayıfladığında, kendine duyulan saygı azalır. Oysa kendinizi kabul ederek, sadece “iyi” taraflarınızı görmek yerine resmin tamamına bakmayı ve kendinizi her şeyinizle değerlendirmeyi öğrenirsiniz. Yeteneklerinizi, başarılarınızı ön plana çıkarırken başarısızlıklarınızı, engellerinizi saklamaktan veya daha farklıymış gibi göstermekten vazgeçersiniz. Kendini kabul etmek, mükemmel olmamanın insan olmanın kaçınılmaz bir gerçekliği olduğunu kabul etmektir. Bu aynı zamanda gerçekçi ve dürüst olmak anlamına da gelir.
Siz yeterlisiniz. Bu dünyada gözlerimizi açtık. Tüm yaşam
haklarına sahibiz. Uymamız gereken, olmadığımız gibi davranmamız gereken hiçbir
durum yok. Teslim olabiliriz. Rahatlayabiliriz. Bırakabiliriz.
Meditasyon,
kendini kabule ve kendini sevmene yardımcı olur.
Öncelikle kendine ayırdığınız bu zaman için kendinize her zaman
teşekkür edin. Bu öz saygı için elzemdir.
Düzenli meditasyon, doğru oturuş, doğru nefes, sağlığımıza katkılar getirecek. İçerdeki “ben” sizi dinlemede, izlemede, unutmayın, bu zamanı ve bu doğru nefesi, doğru oturuşu, beden ve an farkındalığını ona gönderdiğinizde, o, sevgi görecek, saygı görecek, ben değerliyim duygusu oluşacak. Düzenli yaptıkça ruhsal benliğimizle bağlarımız güçlenecek. Hayata inancımız güçlenecek. Hayatla, yaşamla, doğayla bir oluşumuz çok daha net olacak. Yalnızlık ve çaresizlik duygumuz azalacak. Hepimiz biriz. Enerjiyiz. Birbimize aynayız. Birbirimize muhtacız. Birbirimize gücüz. Ağaç da bir enerji, biz de, toprak da, su da. Saf sevgiyiz.
Şükürler olsun, yılbaşı öncesi yaptığımız demo dersten sonra ilk dersimizi bugün gerçekleştirdik.
Konumuz sağlıklı yaşam ve meditasyonun ilişkisiydi.
Sağlıklı Yaşam bir farkındalık. Genel anlamı, kişinin bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak uzun yıllar sorunsuz bir biçimde yaşaması demek. Özde ise, biliyoruz ki sadece yemek yiyip, su içip, farkında olmasak da nefes alıp hayatta kalabiliriz ancak farkındalığımız artarsa, bedenimize, ruhumuza ve zihnimize doğru besinleri vererek sağlıklı bir yaşam yaşayabiliriz. Doğru besin, sadece yemek içmek değildir. Kimlerle vakit geçirdiğiniz, hangi ortamlara girdiğiniz, hangi hobilerle ilgilendiğiniz, nasıl düşünce yapılarına sahip olduğunuz, yani zihniniz ve ruhunuzu nelerle beslediğiniz de çok önemlidir.
Nefes, yaşam
demektir. Yaşadığımız çağda stresi
yönetebildiğimiz kadar sağlıklı ve mutluyuz. Doğru nefes almayı öğrendiğimizde ise,
en etkili stres yönetimi tekniği ile buluşmuş oluyoruz.
Uzun ömürlü olmanın yolu, derin ve uzun nefesler almak,
dakikada alınan nefes sayısını azaltmaktan geçer.
Meditasyon ve nefes teknikleri, beden sağlığını optimize etmek, duyguları dengelemek, ruhu arındırmak için çok önemlidir.
Bugün, doğru nefes almanın ve hayatımızda meditasyona yer vermenin ruhumuzda, zihnimizde ve bedenimizde ne gibi somut değişiklikler yarattığını konuştuk. Louise Hay’in Sağlıklı Yaşam İçin Kendini Sev kitabından alıntılar yaptık, bir adet imgeleme, bir adet de olumlama meditasyonu deneyimledik. Deneyimlerimiz üzerine konuştuk, paylaştık. Ev ödevlerimiz, var, onları konuştuk. Haftaya Pazar yeni konular, okumalar ve meditasyon deneyimleriyle yine Adalar Kültür Derneği‘ndeyiz. Şubat ayı ortasında haftaiçi derslerimiz de başlayacak. Kayıtlar devam ediyor, bana ya da Adalar Kültür Derneği’ne ulaşabilirsiniz.
İşte 2020’nin bomba gibi başladığını hissettiren taze haber! Bana öyle hissettiriyor, umarım sizlere de hissettirir.
Yapıyorsun, oluyor. Başla, yol zaten devam ediyor. Çok basit gibi görünen bu cümleler benim bir yıl biterken ve yenisi başlarken mottom gibi oldu adeta. Uzmanlık elbette zaman isteyen, eğitim isteyen, pişmek isteyen ve aslında bitmek bilmeyen bir süreç. Olmadan oldum demek en korktuğum, en kişiliğime yakıştıramadığım yaklaşım. Ancak bu yıl bunun da dengesini bulduğum bir yıl oldu. Pişerken yola çıkmayı unuttuğumu fark ettim. “Hele bir olayım da..” derken yerimde durup, olduğum yerde çürüdüğümü. Böyle olunca kendime ve kimseye faydamın olmayacağını.
Uygulamaya geçmeden her şeyin gözde büyüdüğünü. Teorik bilgilerin muhteşem besleyici olduğunu ve fakat deneyimleyince her şeyin bütünleştiğini… Çok şükür.
Aldığım meditasyon, meditasyon uygulayıcılığı ve koçluk eğitimlerimi, kendi araştırma ve okumalarımı, kişisel yolculuğumdaki kişisel hikaye ve deneyimlerimi harmanlayarak, bir yerden başlıyorum artık. Yolda eğitimlerimi almaya devam ederek, pişmeye devam ederek, öğrettiklerimden öğrenerek, öğrendikçe paylaşarak.
Büyükada’da farkındalık sohbetleri edeceğiz, kitap okumaları yapacağız ve farklı meditasyon deneyimleri yaşayacağız. Yakında başlıyoruz. Bize katılır mısınız?
2019 yılının son günlerindeyiz. Bir kaç gün sonra 2020 yılı! Adı, yani sayı olarak, heyecan verici geliyor bana. Her yeni yıl heyecanlandırır şüphesiz insanı. Pek çok şeyi geride bırakmışız ve yeniliklere hazırız hissi olur genelde.
2019 nasıl geçti?
Darbe girişimleri, terör saldırıları, seçim sonuçları, gözaltılar, yangınlar, depremler, yeni sistemler, kadın cinayetleri, eylemler, harekatlar vardı tüm dünyada.
Galiba bu sene yüzümü güldüren iki isim oldu: Ekrem İmamoğlu ve Greta Thunberg.
Ben şahsen bu sene bol bol çeviri yaptım, Büyükada‘da film gösterimleri düzenledim, düzenli olarak yoga, spor ve meditasyon yaptım, daha çok bisiklete bindim, daha çok “yazdım“. Yeni insanlarla tanıştım. Kısa film projesinde yer aldım. Mümkün mertebe gezdim. Zorlukları olan, güzellikleri olan, vasatın biraz üstü bir yıldı benim için.
2019 biterken yeni bir hediye verdi bana. Böylelikle 2020 bana göz kırpmış oldu aslında. Umut var dedi. Heyecanlandırdı beni, çok şükür.
2014’ten beri var hayatımda meditasyon. İlk zamanlar evde kendi kendime, internetten destek alarak, arada yoga kamplarına katıldığımda oralarda, bir de düzensiz, saatlik etkinliklerde…
2018’de Yeditepe Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi’nin Nefes Koçluğu ve Meditasyon Uygulayıcılığı Sertifika programlarına katıldım. Çok yeterli bulmadığım için -uygulayıcılık konusunda- arayışlarıma devam ettim.
2018’de bir meditasyon öğretmeni ile tanıştım. Düzenli olarak 8 haftalık kurslarına katılmaya başladım. Hayatım değişti diyebilirim. Hem meditasyon şahsen hayatıma daha düzenli bir şekilde girmiş oldu, hem muhteşem kaynaklara ulaşarak bol bol okuma, bol bol da egzersiz fırsatı oldu, hem de aslında “meditasyon kültürü ve ahlak, vicdan bilgisi” başlığı atabileceğim konularda sohbetler ettik bol bol, ev ödevlerimiz oldu vs. Bu arada bu eğitimler tüm hızıyla devam ediyor ve edecek benim için.
Bu yaz Büyükada’da da çok tatlı ve başarılı bir yoga hocamız oldu, Gülfiye hocam sayesinde düzenli şekilde yoga yapmaya başladık. Kendisi yakın zamanda, “neden sen de bize meditasyon yaptırmıyorsun, meditasyon sınıfı açmıyorsun” diye bir teklifte bulundu. Derneğin de isteği üzerine bu Pazar tanıtım demosunu yapacağımız meditasyon derslerini 2020’de “Farkındalık Sohbetleri ve Meditasyon” başlığıyla başlatıyorumm. Bundan daha iyi nasıl olur? Çok şükür.
Bu bir yolculuk. Evet, 2014’ten beri düzenli olarak hayatımda ve 2018’den beri daha profesyonel eğitimler almış oldum ama ben de hala bir öğrenciyim. Öğrencilik bitmez, bitmesin de zaten. Ancak bu bilgileri paylaşmak, yol göstermek, uygulatmak, kolaylaştırmak işin en sevdiğim kısmı ve bir yerden başlamalıydım, Büyükada da bunun için biçilmiş kaftan bana sorarsanız.
Pazar akşamüstleri Büyükada’da nefes, farkındalık, sağlıklı yaşam üzerine sohbetler edeceğiz ve farklı meditasyon teknikleri uygulayacağız. Başlangıç gününü buradan paylaşacağım. Instagram’dan da güncel bir şekilde gelişmeleri takip edebilirsin. Katılmak istersen lütfenAdalar Kültür Derneği’ni ara ve kayıt ol, olur mu?
Bu sene meditasyonun hediyeleriyle başlasın, bambaşka sürprizlere gebe olsun, ben hepsine açığım.
2020’de sağlıklı yaşama, kişisel gelişime, meditasyona dair motivasyona, desteğe, danışmaya ihtiyacın olursa ben buradayım, bir e-posta atman yeterli.
2020: Muhteşem bir yıl olsun, adı gibi güzel olsun, tutarlı olsun, havalı olsun, taptaze yenilikler getirsin, şaşırtsın, geliştirsin, kalabalıklaştırsın, neşe saçsın,enerji versin, ışıltılı olsun, sağlıklı olsun, bereketli olsun, anlayışlı, sevgi dolu, sarmaş dolaş olsun, sıcak olsun, geniş olsun, tatlı olsun, komik olsun, romantik olsun, kolay olsun, ferah olsun, barış dolu olsun.
Her yıl 1 Kasım Dünya Vegan Günü ve 1-7 Kasım Dünya Vegan Haftası nedeniyle dünyanın çeşitli ülkelerinde düzenlenen farkındalık etkinliklerinin Türkiye ayağı da oldukça güçlüydü.
V-Label ana sponsorluğunda Türkiye Vegan Derneği Organizasyonu için 3 Kasım Pazar günü Wyndham Grand İstanbul Kalamış Marina Hotel’deydik. Oturumlar başlamadan önce stant açan vegan ürünlere bir göz gezdirdik. İlgimi çekenler şunlar oldu:
Levom Food, natürel, vegan, katkısız, glutensiz, şeker ilavesiz, sağlıklı meyve ve kuruyemiş barlarını tanıtıyordu. Doğrusu çok lezzetliydi.
Orfa The Standart Vegan, vegan peynirlerini, yoğurt ve mayonezlerini tanıtıyordu. Lezzetliydi. Bu tarz ürünlerle ilgili düşüncem şu, bir insan vegan olmayı tercih ediyorsa, sütün peynirin yumurtanın yerine ne koymalıyım diye düşünmez gibi geliyor, ancak pek çok yemek tarifinde de kıvam vermesi, sıvı olması, pişmesi için gerekli malzemeler olabiliyor. Bu peynirler, yoğurt ya da mayonezler de bazı tariflerin içinde kıvam verici, sıvılaştırıcı olarak kullanılabilir.
Verita Meyve, tropikal, orman ve geleneksel meyveleri, meyve salataları ve meyve suları olarak servis ediyorlar. Çok leziz.
Otacı, benim zaten kullanmakta olduğum ve çok da memnun kaldığım bir marka. 60 yılı aşkın eczacılık deneyimleri var. O gün de promosyon ürünler hediye ettiler. Gül suyu, kremler, şampuanlar, saç yağları. Hepsi doğal ve vegan.
Fomilk, bitki bazlı sütlerini tanıttı. Ben ilk kez şekersiz fındık sütünü denedim. Badem sütü ve hindistan cevizi sütü tadını biliyordum, bu biraz buruk ve sert geldi ama alışmak meselesi. Peynir markasında da dediğim gibi, kek, kurabiye gibi pişen ürünlerde kıvam verici olarak, hayvan ürünü süt yerine kullanılabilecek, sağlıklı ürünler bunlar. Fakat Fomilk, bu ürünlerin şekerlilerini de çıkarmış, bana çok gereksiz geldi. Tatsız bulanlar hindistan cevizi şekeri ya da vejeteryan ise bal ekleyebilir.
Karnımız acıktığında da lezzet durağımız bir falafel markası oldu.
Oturum ise Ebru Arıman‘ın açılış konuşmasıyla başladı. Sonra Dr. Oğuzcan Kınıkoğlu, havyan deneylerine nasıl karşı durduğunu anlattı. Okulda hayvan üzerinde deney yapmayı reddedip Avrupa İnsan Hakları’na başvurmuş. Hayvan üzerinde denenmiş pek çok ilacı kullanan annelerin çocukları kolsuz bacaksız doğmuşlar. Hayvan testlerinin hiçbir işe yaramadığı kanıtlanmış, %96’sı işe yaramamış. Olayın ahlaki boyutuna değindi Kınıkoğlu, doğuştan zeka geriliği olan, ya da dilsiz birinin üzerine nasıl deney yapılmıyor, deney uğruna bu kişiler öldürülmüyorsa, hayvanlar da sadece konuşmadıkları ya da bizim kadar zeki olmadıkları için bu deneylere maruz kalmamalılar. Bu bir nevi kölelik mantığını kabul etmek aslında, ya da kadın erkek eşitliğini kabul etmemek gibi, bir nevi ırkçılık aslında.
Oğuzcan Kınıkoğlu akıllı telefonlarımızda kullanabileceğimiz bir uygulamayı da tanıttı: “Deneysiz” adında. Hangi markette hangi ürün deneysiz, kontrol edebiliyorsunuz.
Gazeteci Melda Onur da veterinerlik fakültelerindeki vicdani red hakkından bahsetti.
Vegan Dr. Suat Erus, Medya’nın veganlığa nasıl karşı olduğunu trajikomik örneklerle anlattı. Bir tane de belgesel önerisi oldu:
Dr. Munkhtsetseg Banzragch Yağcı, b12’nin artık ulaşamadığımız bir vitamin olduğuna ve hayvanlara ekstradan enjekte edildiğinden bahsetti. Haftada bir takviye olarak alabileceğimizi söyledi ihtiyaç durumunda. Mikrobiyata’nın nasıl incelenebileceğinden bahsetti. Benim de yaşadığım irritabl bağırsak sendromunu anlattı. Herkesin özgün mikrobiyatası 1 – 5 arası olmalıyken eksik bakterilerin ortaya çıktığını söyledi. Bozulmuş bağırsak mikrobiyotasını düzenlemek için Fekal Mikrobiyata Transplantasyon tedavisinden bahsetti. Probiyotik kullanımının maalesef ticarete dönüştüğünü ekledi. Yoğurtun fermente halinin sağlıklı olduğunu söyledi. Su bazlı kefir de yapılabileceğini söyledi. Protein eksikliği diye bir hastalık yoktur, besin yetersizliği vardır dedi. Protein’den çok lifin önemli olduğunun altını çizdi. Örneğin şekersiz fındık ezmeli bir dilim tam tahıllı ekmeğin yeterli olduğunu söyledi. Enflamasyon varsa feritin artar, düşük çıkması sorun değildir, hemen demir eksikliği diye tanı koyup ilaç almak gerekmez dedi. Besin piramidini ilk kez Kanada’nın değiştirdiğini hatırlattı. Chia tohumunun çok fazla tüketilmemesi gerektiğini, günde bir kaşık chia tohumunun yeterli olduğunu iletti.
Günde 3 milyar hayvan, yemek olmak için öldürülüyormuş. Bunun yanısıra dövüşler, yarışlar, faytonlar, ilaçlı sularda akvaryumlar, kürkler, ipekler, timsah derileri, av turizmi…
En çok kalp hastalığından ölümlerin gerçekleştiği, bunun da gıda kaynaklı olduğunu hatırlattı.
Veganlığın bir felsefe olduğu, bunun yanısıra, vegan beslenen birinin kalori yakma oranının da %16 arttığı söylendi.
Dünyanın yüzde yedisi veganmış. Türkiye’de de 1500’e yakın marka, vegan etiketi için başvurmuş.
Daha pek çok önemli konuya değinildi, bu etkinliğin oluşmasında katkısı olan herkese teşekkürler.
Sizin için aldığım toplantı notları bu kadar, umarım faydalanabilirsiniz.
Bir buçuk sene önce taşındığım Büyükada’da evime çok yakın olan Adalar Kültür Derneği’nde çok güzel faaliyetler gerçekleşiyor. Facebook sayfalarından takip etmenizi öneririm.
Derneğin yürüttüğü 2019 Yaz Kültür Sanat Festivali kapsamında Temmuz-Eylül arası çeşitli konularda söyleşiler gerçekleşecek. 11 Eylül Çarşamba akşamı bendeniz de sağlıklı beslenme ile ilgili bir sunum gerçekleştireceğim ve katılımcılarla birlikte söyleşeceğiz. Ev yapımı hurmalı tatlılarımdan da tattırarak tatlı yiyip tatlı konuşalım diyorum.
Henüz vakit var, yaklaştığında tekrar hatırlatacağım, katılırsanız çok mutlu olurum.